8 Aralık 2014 Pazartesi

Umutsuz vaka

Bazen diyorum ki; nolcak ya yap işte sadece yap. Tek yapman gereken sadece yapman. Sonucunu düşünmeden yapman. Kritik bir anda birine mi sarılmak istiyorsun, birini mi öpmek istiyorsun, bir şey mi söylemek istiyorsun. Sadece yap. Ne olacak.  N-e o-l-a-c-a-k !!
Sonra da..

Sonra da diyorum ki; sevmek bir ömür sürer sevişmek bir dakika. Böyle anlık isteklerle yapılan şeylerin kalıcı sonuçları oluyor. Bazen değiyor bazen değmiyor. Ama genellikle değmiyor. Örnek vermemi istersen eğer.. Tamam vereyim. Madem istedin. Mesela değer verdiğin biriyle kavga ettin geleceği belirsiz gördü ayrılmak istediğini söyleyecek ve sen bu durumun farkındasın. Ama sen ayrılmak istemiyorsun. Son kez buluşmak istedin tamam dedi. Konuştunuz her şey söylendi, durumu sözlerinle düzeltemedin. Ne yapabilirsin? Sarılabilirsin hayır dersin lütfen dersin. Ya da öpebilirsin vazgeçmemesi gerektiğini göstermek istersin. İki durumu da inceleyelim şimdi: sarılırsan seni itebilir bırak bitti der, sen ise gözükmeyecek nasılsa deyip giydiğin ama ayakkabını çıkarmak zorunda kaldığın bir anda gözüken yırtık çorap gibi kalırsın öyle. Utanırsın. Bir daha yırtık çorap giymeyeceğim dersin. Öpersen eğer daha feci diye düşünüyorum. O zamanda hem öpmüş hem ayrılmış olacaksın. Son öpücük aklından çıkmayacak kahrolup gideceksin.

Ya da bunların tam tersi. Bir sarılmayla bir öpücükle her şey yoluna girmiş olacak. Bilemeyiz ki yaşamadan yapmadan nasıl bilebiliriz?
Ama benim asıl söylemek istediğim; bir şeyi yaparken hem iyi hem de kötü tarafını düşünerek yapmamız gerektiği. İki türlü sonuca da hazırlıklı olup en az zarar veren yoldan halletmeye çalışmamız gerektiği. Herkesin mutlu olabileceği sonuçları seçmek için çabalamamız gerektiği.

Ben mesela kendimi düşünüyorum. Nasıl yapardım diye. Hayatımda genel olarak düşünerek yaşadığım için ben ne öperdim ne de sarılırdım. Çünkü iş o dereceye gelmişse sevgi namına bir şey kalmamıştır. Sevgi yoksa sahte bir şey vardır. Bu da benim kaldırabileceğim bir şey değil. Sevgi yoksa hiç bir şey yoktur. Sevgi varsa her şey vardır. Risk bile gerekli durumlarda alınmalı her ne kadar söylediğim şey sözlük anlamıyla çelişse bile. Her neyse. Ben biraz garantiye almayı seviyorum. Sarıldıktan sonra itilirsem eğer hem değmeyecek birine benim gibi bir insan nasıl bu kadar değer verebilir diye üzülecektim, hem bir daha hayatım boyunca birine sarılacak güveni kendimde bulamayacaktım. Bu yüzden tamamen grantiye alamamakla beraber ben ihtimaller üzerine değil de gerçekler üzerine bir şeyi kurup orda devam etmekten yanayım. Şimdiye kadar böyleydi bir zararını görmedim. Bundan sonra da fikrimi değiştirecek  bir şey olmadığı sürece böyle devam edecek.

Yıllar yıllar  önce yazdığım ve bu cümleyi bana yazdıracak, içimden çıkaracak olay neydi onu hatırlayamadığım fakat çok fazla sevdiğim bir cümlem var: ayrıntılar bütünden daha önemlidir fakat bütünün önüne geçemeyecek kadar da zamansızdır.  İşte böyle. Ayrıntılar her zaman bütünden önemlidir. Çünkü bütünü ayrıntılar kurar. Bütün ayrıntıların üzerine kuruludur. Ayrıntılar olmazsa bütün de olmaz. Bu ikisi birbirine bağlıdır. Ama zamanı gelince önde gözüken bütünün hiç bir önemi kalmaz. Ayrıntılar maskeyi yırtmış gerçeği ortaya çıkarmıştır.

İyi geceler.

7 Aralık 2014 Pazar

LOCKE (luck/destiny/sadness/revenge/stupidity/..)

Bu yazı bir film yani Locke hakkındadır. Yani izlemek isterseniz önce filmi izleyin.

Tek mekan filmi. Tom Hardy filmde göreceğiniz tek kişi. Konusu ise şöyle: Locke evli çocukları olan, karısını seven, mesleğinde başarılı biridir. Bir gün bir iş kazası olur ve karısını aldatır. Ama eve geldiğinde yüzünde zafer kazanmış gibi ifade olduğunu eşi filmde söyler ve biz bunu öğreniriz. Tek gecelik bir şey olmasına rağmen kadın hamile kalır ve çocuğu doğurmak ister. Kadının içine kapanık, yaşı biraz büyük ve yalnız bir tip olduğunu da eklemek istiyorum. Locke de sorumluluğunu üstlenir ve kadınla duygusal bağının olmadığını sadece bebek için yanında olacağını filmde sık sık tekrarlar.

Bu kadar ısrarla bebeğin babasının kim olduğunu bileceğini söylemesinin ve kadının yanına ısrarla gidip çocuğu kabullenmesinin altında yatan asıl neden ise Locke'nin babasının da aynı şeyi yapmış olmasıdır. Tek farkla: Locke'nin babası bu durumu kabullenememiştir ve bu yüzden babasına öfkelidir. Kendi kendine yaptığı konuşmalardan anlıyoruz ki bebeğe sahip çıkmasını babasının yetersizliğinden intikam aldığını göstererek yapıyor.

Benim söylemek istediklerim ise şunlar: Her zaman söylediğim gibi gene söylüyorum. Anne-baba olmak bu dünyada bir insanın başına gelebilecek en büyük zorluktur. Bunun sorumluluğunu alacak cesaret, yürek, samimiyet, inanç, kararlılık, koruma iç güdüsü,... en önemlisi sevmeyi bilmek bu durum için çok önemlidir. İnsanın bütün hayatı bunun üzerine kurulu çünkü.

Bu filmde de görüyoruz ki babası öldüğü halde çocukluğundan kalan sorunları halledemediği halde halletmiş gibi gözüken Locke yaptığı şeyleri hayatta olmayan birine yani babasına adıyor. Kirli olduğunu düşündüğü soy adını bu bebeğe vererek soy adını temizlemeyi düşünen, işten kovulduğu ve iş başkasına verildiği halde sırf yarım bırakmamak adına telefonla işi çözmeye çalışan, bunu ve yaptığı diğer şeyleri babası yanındaymış gibi konuşup ona öfkesini dile getiren Locke bunları yaparken gayet sakindir. Sanki bunları bilerek yapmıştır ve babasına işleri nasıl da düzene soktuğunu göstermek ister gibidir.

Benim fikrim ise bu işleri başına kendi açtığı yönünde. Farkında ya da farkında olmadan fark etmez. Yaptığı her şeyi babası kendisine yapmadığı için yapıyor. Peki burada diğer insanlar ne oluyor? Mesela karısı? Çok mutlu evlilikleri ve ergenlikte iki çocuğu iyi bir hayatı ve sahiplendiği bir mesleği varken bir insan bunu niye yapar? Yapamaz demiyorum yapabilir insan sonuçta. Ben daha çok nedenleriyle ilgileniyorum. Yargılama yok yazdığım şeyde. Sadece nedenini merak ediyorum. Karısını gerçekten sevmedi mi? Çocukları babalarıyla vakit geçirebiliyor diye mi çocukları cezalandırdı? Ya da en kritik yerde işte kendisine ihtiyaç olduğu zamanda iş arkadaşlarını zor duruma düşürerek mi babasından intikam aldı.

Halletmeye çalıştı. Kendine göre nedenleri de vardı. Üzgündü de. Sonuçta bir şeyler oldu ve olacak da.

Bilmem ki insan nedir ne kadar karışıktır? Neleri yapma potansiyelimiz var, yaptığımız hangi şeyler bizden oluşuyor, biz kimiz, ne kadarı biziz? Söylediklerimizden kaçı gerçek, yalanı ne kadar sahiplendik? Yapmacıklık benliğimizin neresine sinmiş durumda? Neyi temizleyip hangi özelliklerimizi düzelteceğimizi nasıl öğreneceğiz? İnsan... Ne için varsın sen. ''Eş'' dediğimiz ''dost'' dediğimiz kişilerden bunların ne kadarını beklemeliyiz?

Her şey çok karışık. Yolu bulmak ümidiyle, iyi geceler.

14 Kasım 2014 Cuma

Sevmek üzerine not.

İyi akşamlar.
Bir cümle duydum bugün: hayat çok garip vermeden alamıyorsun.
Garip gerçekten. Öyle mi acaba gerçekten. Vermeden alamıyor musun yani. Mesela sevgiyi vermeden alamıyor musun? Öylece sevmek diye bir şey yok mu yani. Nedensiz sevilmiyor mu yani. İlla bir neden mi olması lazım ki. Bu sorunun cevabını bilmiyorum.

Etrafımda sevmeyi bilen kimse yok. Hiç kimse yok. En çok sevmeyi bildiğini düşündüğüm kişiler de bilmiyormuş alında. Ben de bilmiyorum sanırım. Seven insan ne yapar ki? Ben sevdiklerime bakıyorum. Düşünüyorum. Çok saf ve temiz bir şeyi düşünüyorum aslında. Ve gene düşünüyorum ve diyorum ki insan neden diğer insana sevgiyle karşılık veremez. Nedenini de buldum: güvenmediği için. İnsanın birinden istediği ilk duygu bence güven. Bunu fark etmek mesele sadece. Güvendiğin insanı seversin de çünkü. Ama dediğim güven aslında kendini huzurlu hissedeceğin, arkanda birinin olduğunu hissedeceğin, sen bunu da atlatırsın diyeceğini bildiğin, sevindiğinde sevineceğini hissedebileceğin, eksiliklerini ya da en iyi özelliklerini bilebileceği en büyük oranda bildiğini bildiğin birini diyorum. İkisi ayrılmaz ikilidir demiyorum ama güven sevginin içinde var. Başka duygular da var tabi neden olmasın ki.
Filmlerde olgun ve çok bilgili insanların neden hep ayrı bir kişisel bölgede gösterildiğini buldum. Bu insanların canı zamanında çok yanmıştır ve artık insanın doğasını göre biliyordur ve temkinlidir. İnsanlardan uzak durur. Yani duygusal anlamda. İnsanlarla konuşmaz demiyorum. Herkesle konuşur ama herkese anlatmaz. İşte hayatımda gördüğüm en mantıklı şey. İnsandan uzak duracaksın. Bir şey katmıyorsa hatta senden çalıyorsa hayatında olmasının ne önemi var ki? Beni manevi olarak eksiltiyorsa onun benim hayatımda olmasının ne önemi var. Olmasın. Ama uygulamada öyle olmuyor tabi. Yaşamadan neyin iyi neyin kötü olduğunu anlayamazsın. Bir şeyi yapmadan onu isteyip istemediğini anlayamazsın. Denemek lazım. Denersin, olmazsa ne yapalım olmadı. Olmayacakmış demek ki. Çok da zorlamamak lazım. Olursa da ne ala.
Çok sevdiğimden değil yahu zor sevdiğimden.

Hayat çok garip, galiba vermeden alma ihtimalin biraz daha az?? Ne dersin?

13 Kasım 2014 Perşembe

Çok Şey İstemiyorum

İyi akşamlar.
Şu an önümde bir sürü not, yarına çalışmam gereken kitap var. Bir de bunları ezberlemek için bir beyne ihtiyacım var. Bu ne sıkıcı ve saçma bir kitap. Bir sene daha okuyacak olsaymışım olmazmış. Neyse ki bitiyor kurtuluyorum. Biraz daha katlanabilirim fakat daha fazla olmaz. Bir daha vize haftasıymış, sınav dönemiymiş çekemezmişim. Çekilecek dert değil çünkü. Ara ara buhran geçirip kendimi çok yalnız hissedip bir iki damla gözyaşı döktüğüm de oldu. He sanma ki çok çalışan biriyim. Sınavlar hep olması gerektiği yerde oldu benim için. Ne bıraktım ne çok çabaladım. Yoksa ders çalışırken dizi izlemek yerine tamamen derse odaklanırdım. Ya da şuan bunu yazmak yerine. Söylediğim o değil. Yani baskı altındayım stresliyim. Son sene ders kalmasın istiyorum. Bunca sene yükselmesi için bir şey yapmadığım ortalamam yükselsin istiyorum falan falan. İlk sınava giderken küçük bir travma da yaşadım. Bedenim beynimden ayrı hareket etmeye başladı ben ne yapacağımı şaşırdım. Ama iyi toparladım gene.
İlerde bu bölümle alakalı bir şey yapmak istediğimden emin değilim. Ben daha çok hareket alanına sahip bir meslek istiyorum. Daha çok gezeceğim daha çok insanla konuşabileceğim hayatımda sadece bir iki kere görüp bir daha görmek istemeyeceğim insanlarla alakalı bir şeyle uğraşmak istiyorum. Ama bir yandan da yardım edebileceğim kadar insana yardım etmek, annelik babalık gibi güzel bir hakkı kullanamayıp ziyan eden insanların kalplerini kırdığı çocuklara yardım etmek istiyorum. O çocuklara hayvanları doğayı sevmeyi öğretmek istiyorum. Psikoloji dalında kendini geliştirmiş bir arkadaşımla sıkıntılı olan çocukları konuşturup utanmadan bunu söyleyebilmelerini öğretmek istiyorum. Tarih öğretmek istiyorsam onları alıp Çanakkale'ye, Japonya'ya ve dünyanın diğer tüm yerlerine götürüp orada öğretmek istiyorum. Kadınlar çoğunlukta olmak üzere kadınlara erkeklere yardım etmek istiyorum. Yaşlı insanlara kötü davranan insanlara yumruk atmak istiyorum. Hatay'a gidip künefeyi orada yemek istiyorum. Savunma sporlarını öğrenmek ve tüm kadın ve çocuklara öğretmek istiyorum. Ha öyle her şeyi barışla konuşarak anlaşarak çözelim kafasında değilim. Bazen insanlara yumruk atmak gerek. Kısacası insanlara hayatın güzel bir yer olduğunu, her şeyin saflık ve mutlulukla ilerlediğini değil de bu hayatta her şeyin olabilme ihtimalini kime nasıl yaklaşmamız gerektiğini öğretmek istiyorum. Ve bunları benimle yapmak isteyecek insanla tanışmak istiyorum. Çok şey mi istiyorum?..

6 Kasım 2014 Perşembe

ERKEK VE KADIN OLMAK

Uzun zamandır düşündüğüm bir konuydu bu. Fakat yazmak istediklerimi toparlayamadım. Ama bu
daha çok gözlem yapma fırsatı verdi bana ve şanslıyım ki hep bu konuyla ilgili şeyler gözlemledim.

   Birileri çıkıyor bir şeyin savunucusu ya da sahibi olduğunu ileri sürüyor. İnsanları etrafında topluyor. Olaylar kontrolden çıkıyor ve insanlar ölüyor. Olayların aslında basit mantığı budur. Bir erkek kadının sahibi olduğunu düşünürse, kadın üzerinde iddia ettiği hakkı kimseye vermek istemez bunun sonucunda olan ya kadının ölmesi ya da kadını malmış gibi gören kişinin ölmesi olur. Genel olarak bakarsak eğer dünyada hak sahibi kişiler; erkekler, hakim; erkekler, sahip; erkekler gibi gözüküyor. Bunu sadece insan olarak düşünmeyin. Hayvanların büyük kısmında da durum bu. Yaratılış bu. Kadınla erkeğin eşit olduğuna inanmıyorum. Bir kere güç farkı var. Zekâ farkı var. Merhamet farkı var. Beden farkı var. Kimya farkı var. Ben kadınla erkeğin birbirlerinin tamamlayıcısı olduğunu düşünüyorum. Fakat insanlar ama daha çok erkekler bunu liderlik, üstünlük mücadelesi olarak görüyorlar ve kadınlar da baskılara dayanmakta zorlanıyor. Çoook uzun yıllar öncesine bakalım. Çok fazla kadın filozof, astronom, matematikçi, fizikçi var mı? Tabi ki yok. Olmamasının nedeni ise bu kadınların cadılıkla ya da başka saçma şeylerle suçlanması, imkân verilmemesi, pazarlanması gibi şeyler bana göre.
   Filmlerde hiç dikkat ettiniz mi bilmiyorum. Mesela; bar gibi kulüp gibi bir ortam olur. Zengin adamlar ya da mafya işleriyle alakalı görüşme yapacaklardır. Onlar orda konuşurken kadınlar da orada öyle takılırlar. Sırları ifşa mı edecek ispiyonlayacak mı düşünülmez. Hiç insan yerine koyma yok öyle arada öpeceği fiziksel temasta bulunacağı birileridir o kadınlar. Ya da kendi mekânlarında evde öyle elma gibi temizlik fırçası gibi bir şeydir kadın. İhtiyaç giderilmek için vardırlar. Çok üzücü değil mi sizce de.
   Erkek de kadın da yani kısaca insan parayı sever. Birileri birileriyle parası için beraber olabilir. Ama bu sadece kadınların yaptığı bir şey değildir. Erkekler de yapar. Ya da sadece kadınlar şiddet görmüyor aynı zamanda erkekler de şiddet görüyor. Ama bunu belki kadınlar kadar sesli söylemiyorlar. Ya da kadınların sokak ortasında öldürülmesi kadar benzer bir olay erkekler için çok yoktur. Ben şahsen hiç haberlerde kendisini terk eden kocasını çocuklarının gözünün önünde bıçaklayıp kurşuna dizen bir kadın görmedim. En azından bu oran bence daha az. Ama erkeklerin de şiddet gördüğünü düşünüyorum.  Kadınlar daha çok manevi olarak zarar veriyorlar erkekler ise hem fiziksel hem manevi olarak.

   Az önce de söylediğim gibi kadın ve erkek birbirlerinin tamamlayıcısıdırlar. Herkesin kendi bölgesi kendi alanı vardır. Bu alan ihlal edildiğinde sorunlar oluyor. İnsanların uyum sağlayamayıp sorun olmalarının nedeni ise ne yazık ki anneler ve babalar. Annelere anne adaylarına önem verilmeli. Eğitilmeliler. Hazır değillerse çocuk yapmamalılar. Devlet yasa her şey her kurum her ülke işi gücü bırakıp bunun üzerinde yoğunlaşmalı. Kısaca aile kurmak isteyenlere önem verilmeli. 

1 Ekim 2014 Çarşamba

Üniversitem!

Hep başlangıçlarda zorlanmışımdır. Hayatımın geneli böyle evet.
     Üniversite son sınıftayım. 5 senemin en sonuncusundayım… Şimdi size nasıl başladığını anlatmak istiyorum.
     Liseden mezun oldum herkes gibi hazırlandım sınava. Güzel de puan yaptım. Sonra tercih zamanında istediğim bölümleri yazdım ilk on tercihe. Kesin gideceğim çünkü birine. Ondan sonraki 10u da annem sınıf öğretmenliği istedi diye kırmadım yazdım. Ben sınıf öğretmeni nasıl olurum ya. Nasıl!! Ama tercih yaptığım hayatımı karartan hoca kesin ilk ondasın diyor. Genciz inandık tabi. Son 10u da öyle bir salladım ki neler neler.  26 mı bilmem sondaki kaçıncı tercihe de Kocaeli-Uli’yi yazmışım. Yazmışım diyorum çünkü hatırlamıyorum bile. Tercihler açıklandı. Ben tabi çok heyecanlı. Kaderin tokadını yemeden önceki son dakikalarım. Arkadaşım baktı bana diyor ki Kocaeli-Uli. İşte şu sıradaki tercihin. Ben inanamadım. Hayatımın en büyük şoku. Hayır bölümü şehri geçtim ben o puanla nasıl kat kat kat altımdaki yere giderim. O tercih sırası ne öyle. İlk 10 beklerken olana bak. Ben sınava bile coğrafya tarih yapmadan giren insanım, rahatım, sınavları takmam gerektiği kadar takarım bir ağlamaya başladım duramıyorum. Tüm akrabalarım arıyor bölüm güzel geçerli niye ağlıyorsun diyor herkes. Şehir çok güzel, her şey güzel olacak, çok güzel bölüm falan falan. Kendime geldim tabi gaza geldim rahatladım. Okula kaydolduk, zaman geçti hazırlık bitti bir iki üç derken son seneye geldim düşe kalka. Derslerde bir sorun yok bu arada. Bu iğrenç şehirde iğrenç okulda çok hapsolmuşum. Şimdiki gibi düşünseydim eğer hazırlık okumak yerine kesinlikle bir kez daha hazırlanırdım. Kesinlikle. Mühendislik, mimarlık, psikoloji, pdr hatta dişçilik için bile çok çabalardım. Ya da uli yi başka bir yerde okusaydım. Bölümü seviyorum gerçekten. Ama bu şehir niye var. Neden bu gereksiz şehir.
     Okulu neden bırakmadığımı da yazayım. Şimdi ki aklım olsaydı evet kesinlikle hazırlık okumazdım bırakırdım. O zaman da herkes bir yere gidiyor tekrar hazırlanmak zor geliyor çalışamam diye gidiyorsun istemediğin yere. Ama yapmayın arkadaşlar, gençler. Ben hazırlıktan sonra şöyle düşündüm. Benim bu şehirde olmam mümkün değildi ama oldu. Demek ki benim burada o tercihimde salladığım şehirde olmamda bir neden var. O nedeni bulmak için devam ettim yani. Benim böyle inançlarım vardır devam etmeseydim hep burayı düşünecektim. Neyse. Son senedeyim o nedeni bulamadım daha. Hani benim diğer yarım buradadır ya da ne bileyim belki burada çok güzel bir işim olacak falan desem nerde onlar da yok. Yani son senedeyim ve bu şehirde olmamın bir nedeni olmalı düşüncem bu senenin sonunda sonuca kavuşacak. Ya ben çok saçma bir şey düşünüp 5 senemi mutsuzluk anlamında çöpe attım ya da daha burada olma nedenimle karşılaşamadım. Ya da arkadaşlar belki de tüm bu sıkıntıları yaşamamın nedeni benim uyum sağlayamamamla ilgili. Üniversiteye olmamışım ben. Ben çok farklı düşünmüştüm. Çok şey öğrenebilirdim, çok güzel şeyler olabilirdi. Düşünüyorum şimdi burada olan mutlu insanları. Benden farklı olarak daha çok kafeye gidiyorlar daha çok insanla takılıyorlar sevgili yapıyorlar ayrılıyorlar aşk acısı çekiyorlar... Sen de yap diyeceksiniz siz şimdi. Ben dağın başında oturuyorum arkadaşlar. Okula yakın olsun diye burayı seçtik. 40 dakikalık yola katlanabilirsem her gün çıkmasını da bilirim. Ama zor geliyor yani. Ben doğduğum şehirde bir gün evde değilim, her gün dışarıdayım. Ama her yer yürüme mesafesinde. Şehrin göbeğindeyim. Yani üniversite hayatını çok fazla kafeye gidip hep farklı insanlarla oturup vakit geçirmek gibi gören kişileri anlayamıyorum. Bu mu yani üniversite hayatı. Ben sanırım kendi memleketimde gezmeye doydum bana bunlar saçma geliyor bu yüzden. Amacım üniversiteye gidip her ay başka biriyle takılmak da değil her ay biriyle sevgili olmak da değil. Benim bir insana alışmam hele hele onu hayatıma kabul etmem yıllarla olacak bir şeyken bunları da yapamam. Ben arkadaştan çok dost aradığım için bir ay kullanıp atacağım arkadaşlar da edinemem. İşte ben bunlar yüzünden siz koşarken yürüyorum diyorum. Üniversitede çok özgürsünüz. Yapamayacağınız şey yok. Hele evdeyseniz sınır bile yok. Tamamen kendinizsiniz bu yüzden karakterleriniz çok şeffaf gözüküyor, neyin ne olduğunu görüyoruz.  
     Nedenimi bulmak ümidiyle,

     iyi geceler.

6 Eylül 2014 Cumartesi

Emanet

...Bir gözyaşının o hüzün kokan dolgunluğunun, tenden kayıp gitmesi gibiydi benim mutluluğum. Ne ulaşılabilir ne de dokunulabilir.

...Şimdi sen kimsin bilmiyorum. Ama sen daha gelmeden, sana ait olan emanetin var bende. Sen daha gelmeden sana ait olan bir umut var belki de.. Sen daha gelmeden senin gülüşünün güzelliği saklı kalbimde. Ne zaman karşılaşırız bilmem ama beklemenin manası çıkıyor gözler önüne.

Boşluk

     Umudun kaybolduğu yerde bulunursan eğer en değerli şey olursun. Sadece doğru zaman ve yer yeterlidir. Tabi o zamanlarda güzeldir her şey. Sonra yavaşça olması gereken olmaya başlar. Çünkü bazı gerçeklerin sahte mutluluğa tahammülü yoktur. İnsanın canını yakarlar.
     Senin umudunun kaybolduğu anda da; doğru zamanda doğru yerde olan başka birini bulursun. Bu sefer kişiler değişmiştir, o umutsuzlukta bulunan kişi olmuştur. Yani o da geçici mutluluğun bitme anını yaşayacaktır. Bitmiştir..

     Şimdi sıra onun birini umutsuzlukta bulmasındadır. Bu böyle sürüp gider.. Hep böyle olacaktır. İşte bu yüzden gerçeklikte aşk diye bir şey yoktur. Tüm mesele boşluğu dolduracak birini, geçici bir zaman için o boşluğa koymaktır.

4 Eylül 2014 Perşembe

Adios

     İnsanı ayakta tutan şeyin iki temel duygu olduğunu düşünüyorum. Biri nefret diğeri ise sevgi. Ne para ne de başka bir şey nefretin ya da sevginin yerine konulamaz. İnsan inandığı şeyler uğruna yaşar hayatını. Yani maneviyat, mistik güç, ruhani şeyler, inançlar... Bu yüzden nereye yatırım yapağımıza karar vermemiz lazım. Bu iki temel duygu tek başlarına her şeye yeterler fakat yan duygularla daha da güçlenirler.
     Şu anda kimsenin kimseyi sevdiğine inanmıyorum. Yani duygusal diye geçinen insanların aslında birbirleriyle çıkarları için bir arada olduğunu düşünüyorum. Hayatın amacı yapay şeylere kaydı arkadaşlar.  Ben ise insanlar koşarken yürüyorum. Bazen dünyalı gibi olduğumu da düşünmüyorum zaten de neyse. İnsanların hava atmalarından, kendi gibi olmadığını düşündüğü kişileri ezmelerinden, aşağılamalarından, kendini ispatlama çabası uğruna harcadığı şeylerden arkadaşlardan eşyalarlardan, bir insanın kendini kötülemesinden, kendini ezerek insanların saygısını sevgisinin kazanma çabalarından tüm bunlar gibi iğrenç bencilliklerden tiksiniyorum. Bazen ben de yaptığım her şeyi insanlara göstermeliyim tarafına kaydığım için kendimden de tiksindiğim zamanlar oluyor. Ama bunlar çok çabuk kendine çekiyor insanı. Sadece düşüncede kalmaları için çabalıyorum en azından bu da bir şeydir. Yaptığımız çoğu şey gösteriş arkadaşlar bilinçli ya da bilinçsiz. Her zaman daha kötüsü varken biz her zaman daha iyisine göz koyuyoruz. Belki de kıymet bilmediğimizden.

     Aslında belki de bunlardır hayat biz saçmayızdır. Adios.

30 Ağustos 2014 Cumartesi

İstemek

     Yani şunu söylemek istiyorum. Mutfağa gidip mantıyı tabağa koyup bir iki tane yemeden onu isteyip istemediğini anlamazsın.
     İnsan aslında neyi isteyip neyi istemediğini anlayabiliyor mu emin değilim. Yani belki istiyoruzdur da istemiyor gibi duruyoruzdur. Ya da tersi. Bunun gerçekliğini nasıl anlayacağız? Deneyerek mi? Gerçi belki gerçeklik de saçmadır belki aramamak lazımdır orası da karışık. Herneyse.
     Koltukta otururken karnın acıktığında üşenip mutfağa gitmediğin için canının mantı çekmediğini düşünüyor olabilirsin. Biri önüne getirse belki de "aaaa evet aslında mantı istiyormuşum" diyeceksin. Belki de sırf yerinden kalkmamak için, e ne yapayım mecbur yiyeyim diye düşüneceksin. Belki de canın aslında gerçekten mantı istemiyordur. Bunu öğrenmek için o mantıyı yemen lazım.
     İyi geceler.

19 Temmuz 2014 Cumartesi

Fark eder mi?

     İyi geceler. Saat 03:34.
     Dünyada niye varız acaba?
     Her inancın, ister dini ister kişisel, bu soruya verecek bir cevabı elbet vardır. Kabaca doğarız, büyürüz, ölürüz. Doğmak, büyümek ya da ölmek hepsi normal şeyler. Normal olmayan hayatın doğal seyrinin dışına çıkartılmak. Geçmişten günümüze insanlar öldürüldü, hayvanlar öldürüldü, dünyayı yaşanacak yer dışına çıkartmak için tüm çabalar sarf edildi edilecek. Her insanda olan hırs, kıskançlık, kibir, nefret ve diğer tüm duygular yüzünden iyi ya da kötü olaylar yaşandı. İnsanın doğası gereği bu duygular zaten var. Benim için iyi ya da kötü duygu diye bir ayrım yok. Hepsi var, varsa olmalı. Fakat neden abartıldığında kötü olan duyguları daha fazla kullanıyoruz? En başta hata nerede?
     SSCB, Almanya, Çin, Japonya, Kamboçya, Kuzey Kore, Etiyopya, Cezayir, Afganistan, Ruanda, Avustralya, Doğu Timor, Angola, Pakistan, Zaire, Danimarka, Yugoslavya, Irak, Burundi, Vietnam, Rusya, İspanya, Suriye, Norveç, dünyanın her yerinde, her bölgesinde, her toprağında insanlar öldürüldü. Çingeneler, Aborjinler, Müslümanlar, Hintliler, Tutsiler, Arawaklar, Kızılderililer, Taterler, Zenciler, Yahudiler… her dinden insana, yerlilere ölümler layık görüldü. Kadınlar erkekler kısırlaştırıldı, insanlara tecavüz edildi, en adi şeyler yapıldı. Nasıl daha acı veririz diye düşünüldü.
     Önlemler alınmadı işçiler öldü, önlemler alınmadı insanlar gümbürtüye gitti. İnsanlar kendi ülkelerinde ülkesiz oldu. Polisler, doktorlar… neredeyse tüm meslek dallarından insanların ölümüne insanlar neden oldu. Çocuklar istismar edildi. Kadın cinayetleri oldu. Beyin yoksunu magandaların kurşunları bir sürü gencin nefesine mal oldu. Neden peki?
     Filistin’de şu anda teslimiyet var, korkusuzluk var, inanç var, çaresizlik var. İnsanı hissizleştirecek her türlü duygu var. Yemek yerken ölen var, evladı kollarında can çekişen anne baba da var. Belki en sevdiği canının ölmesini isteyen de var. Acı çekmesindense ölmesi istemek… Bu vahşete manzara seyreder gibi bakan insan!larda var. Bu manzarayı seyreden vahşi insanlara ceza vermek isteyen, istediği cezanın ise aynı vahşilik olmasını dileyen insanlar var. İsrail’in Filistin'e yaptıklarını bu insancıklar da İsrail'e yapmak istiyor. Ne acı. NE ACI.
     Zamanında kendilerine en adi işkencelerin yapıldığı insanlar nasıl olur da şimdi aynısını yapar. Nasıl olur da bu insanlar destek görür. Hangi insan evladı bu insanımsı şeylere destek verir. İster Yahudi olsun, ister Müslüman olsun, ister ateist olsun, ya da başka bir şey olsun ne fark eder. Yerde yatan bir çocuğun bedeni başka yerde kolu başka yerde kafası başka yerdeyse ne fark eder?  İnsanların organları paramparça olmuşsa etrafa saçılmışsa ne fark eder? Kimyasala maruz kalmış bir beden yerde kıvranırken, ağzından köpükler çıkarken ne fark eder? Hiç mi vicdan yok diyeceğim de dünya çıkar dünyası olmuş benim bunları yazmam da ne fark eder.

     Bir yerde bir sorun varsa vicdanlıyım duyarlıyım diyen her insan bir durup düşünür. Ayrım yapmadan düşünür. Bir iki kişide gördüğüm gibi sadece din odaklı ya da din düşmanı odaklı düşünmez.  İnsanım diyorsan eğer duygularından sadece nefreti kullanmak yerine hepsine bir göz gezdir. 

13 Temmuz 2014 Pazar

İçimdeki Benler

     Merhaba, gece 03:54. Ramazanın bir akşamı, hava çok sıcak.
     Bazen istediğimiz şeyler olur bazense istemediğimiz şeyler, bazen istediklerimiz olmaz bazense başkasının duası kabul olur. İstediklerimiz olmadığında üzülürüz hatta depresyon boyutunda bile yaşayabiliriz üzüntümüzü. İşler yolunda gitmediğinde mızmızlanmaya başladığımızda artık vazgeçmeye de başlarız. Ama sonra eğer görebiliyorsak tabi, olayların nasıl çözüldüğünü görürüz. Allah'ın gerçekten çok güzel dengesi var. Hiç belgesel seyreder misin bilmiyorum fakat gerçekten çok ufak dengeler üzerine kurulu yaşantılar. Çok istediğim şeylere bakıyorum benim için büyük şeyler başkası için gerçekten önemsiz şeyler. Ama Allah için bir yük ya da saçma şeyler değil istediklerim. Çünkü biliyorum ki Allah bana her şeyden çok değer veriyor. Çünkü dua ettiğimde kabul ediyor. Çünkü dua ettiğimde beni dinliyor. Sevdiğin biri için yaptığın en büyük şey, en büyük fedakarlık ne diye sorarsan eğer sana derim ki; dua etmek. Çünkü bana göre sevdiğin kişiler için yapabileceğin en büyük şey dua etmektir. Onu düşünüyorsun ve onun için bir şeyler istiyorsun. Daha güzeli var mı ki?
     Hiç ummadığın bir anda istediğin şeyler oluyor ve hayatın kendiliğinden yola giriyor ne garip. Birden bir bakıyorsun ki aslında duan kabul olmuş. Senin bir şey yapmana gerek kalmamış. Bu sistem öyle güzel çalışıyor ki insanın gözlerine, mutluluk , farkındalık, sevgi gözyaşının doğmaması mümkün değil. Yani yapabilen için karamsarlığa düşmemek çok güzel. Sonunda meyvelerini toplamak çok güzel. Huzura kavuşmak çok güzel. İnsan ne olursa olsun bir şeye inanmalı. İnsana ne olursa olsun sevmeyi öğretmeli.

     Neyi yapmam gerektiğini biliyorum fakat nasıl yapmam gerektiği konusunda sıkıntılıyım. Sonuca ulaşmak için yöntemi bulmak dileğiyle, iyi geceler.

28 Haziran 2014 Cumartesi

Ayvalık, Cunda/ Alibey Adası, Sarımsaklı

     Merhaba,  gece 01:53.
     Birazdan benim gözümden Ayvalık, Cunda, Sarımsaklıyı okuyacaksın. Merak etme dostum kendimi köşe yazarı gibi görmüyorum öncelikle bunu belirteyim.  Ama sayfamı açıp okumaya başladığına göre ne yazdığımı da merak ediyorsun. Olsun zaten söylediğinin arkasında olup ona göre davranan çok kişi görmedim o yüzden sana kızmam. Bu yazıyı gezginci ruhunu bu yerlerde dinlendirmek isteyen insanlar vardır ve gidenlerden tavsiye almak isteyebilirler diye yazıyorum.
     20 Haziran 22:30 Efe Tur otobüsüyle Balıkesir’e doğru, yaklaşık yedi buçuk saat sürecek yolculuğum başladı. Efe Tur ile gittim çünkü sezon bu tarihte açılmadığı için sadece Efe Tur’un seferleri vardı.  Uzun mesafe olduğu için yaklaşık 3-4 saat sonra 30 dakikalık mola verildi. Nerede durduğumuzu tam hatırlayamadım fakat Susurluk olabilir. Sabah saat 6 civarında Sarımsaklıya geldik. Bu arada bilet fiyatı 56 TL. Sarımsaklı otogarıyla pansiyonların, otellerin olduğu yer çok uzak sayılmaz. 15-20 dakikada yürünür. Özel araçla geliyorsanız zaten sorun yok. Eşyaları taşıyamam derseniz de taksi 10 TL. Ya da kalacağınız yer sizi alabilir. Sarımsaklıda Zafer Pansiyon adlı yerde kaldım. Kaldığım pansiyon booking.com da yüksek yıldız alan bir yerdi. Bana sorarsanız o kadar yıldıza gerek yoktu. Ben on üzerinden 5 veririm. Bir kere çamaşırlarınızı yıkayamıyorsunuz pansiyon bu çok önemli ihtiyacı karşılamıyor. Apart kısmında çamaşır makinesi varmış ama pansiyon kısmında yok.  Camdan dışarı baktığında denizi ya da sokağı görmek yerine karşı odayı görüyorsun bu da eksi puan. Kahvaltı açık büfe. Ama memnun kalır mısınız bilmiyorum ben kalmadım çünkü. Ücret olarak fiyatı gecelik 60 TL. Fiyatın böyle olmasında ayın haziran olması da etkili olabilir. Sonraki tarihler için baktığımda fiyat artmıştı çünkü. Akşam yemeği de isterseniz fiyat 75 TL oluyor. Plaja çok yakın ki zaten o sıradaki tüm kalınacak yerler plaja aynı yakınlıkta. Gidiş aşamasında otobüsü kullanacak kişiler için şunu söyleyeyim: Bilet için yer ayırttığımda önceki gün belli bir saate kadar almazsanız biletinizi başkasına satıyorlar hiç acımadan. Ben bileti almaya önceki gün akşam gittim ama bileti satmışlar. Neyse ki yarım saat önceki araçta son koltuklarda yer bulabildim. Yani biletinizi gidip hemen alın mümkünse. Pansiyon için de çamaşır yıkama imkanı olan bir yerde konaklayın diğer türlü çok zor. Ben pansiyon olaylarına yabancıyım bu yüzden her pansiyon bu sistemle mi çalışıyor bilmiyorum fakat çamaşır makinesiz hayat çekilir gibi değil. Yemek sorun değil. Çevrede karnınızı doyuracağınız yerler yürüme mesafesinde ve ayrıca gerçekten çok uygun. Ben Kocaeli’ye göre kıyaslıyorum bu arada. Kahvaltı için iki Ayvalık Tostu ve dört çaya 16 TL gibi bir şey ödedik.  Plajda da yediğim en güzel tostları yapan küçük bir büfe var. Salam sucuk vs normalde yemem ama büfenin tostunu gerçekten çok beğendim. Zaten her yerde Ayvalık Tostçusu var.

     Pansiyona yerleştikten sonra plaja gittim. Bulunduğum şehirlerde de deniz var ama ben sanırım Ege Denizi’yle kıyaslama bile yapamam bulunduğum yerleri. Ege Deniz’i o kadar temiz ve güzel ki. Bir kere kum plaj, tertemiz deniz, rahatsız edici tipler olmadan denize girmek… oh miss gibi. Hele ki benim gibi deniz aşığı biri için denize söyleyecek hiçbir sözüm yok. İnsanları çok rahat, su gibi içki içiyorlar. Ben yerli halkını sevdim. Fakat tatil yeri olduğu için her türlü insan var. E dolayısıyla arada ufak tefek sorunlar da çıkabiliyor. Plajdaki büfeden tost ye arkadaşım çok güzel. Toplam iki kişi için 16 TL gibi bir şey ödedik.
     Denizden sonra Cunda Adası’na doğru yola çıktık. Sarımsaklı’dan direkt Cunda’ya gidemiyorsunuz. Önce Ayvalık’a sonra Cunda’ya. Tabi arabam yok olsa direk giderdim yani. Sarımsaklı’dan otobüse bindim ama nerde Kocaeli’nin 23’ü. 23’e hasret kaldım o derece. Otobüs’e biniyorsun zaten çok kalabalık. Sezon açılmış olsa ne yapacaktım artık bilmem arabanın üst tarafında gidecektim galiba. Otobüse biniyorsun kalabalık falan tamam ama asıl sorun kalabalık olması da değil. Asıl sorun; para toplamak için şoför yardımcısının ve yolcuların verdiği mücadele. Zaten geçecek yer mümkün değil yok bir de iri yarı bir kişisin on santimlik yerden arkaya doğru geçerek para topluyorsun. İnanılır gibi değil.  İşte araba almaya karar verdiğim an o andı. Ayvalık’a geldik indiğimiz yerde iskeleler var oradan Cunda’ya seferler var. Gemi’nin beklediği yerde bir amca var zaten soru sorduğunuzda kimi söylediğimi anlarsınız. Aşırı yardımsever bir amca.  Çok ve hızlı konuşuyor. Sarımsaklı’ya nereden döneceğiz felan diye sorduk açıklamaya çalıştı o da yetmedi gemide geldi inerken bakın şurada otobüs durakları felan diye de gösterdi sağ olsun. Orada görevli, çalışıyor. Bunu okuyup giderseniz selamımı söyleyin hatırlamaz ama olsun. Cunda her yerde okuduğunuz gibi rengârenk, küçük, şirin evleri, restoranları, kahveleri, meyhaneleri olan bir yer. Fotoğraflarını aşağıda sizin için koydum, gidin gezin görün. Tadına kesinlikle bakın diyeceğim balık papalina balığı. Hamsiye benziyor. Ben hamsi sevmem fakat her türlü tadına bakacaktım. Ama tadı hamsi gibi değil kesinlikle ben çok sevdim. Yani görünüşü hamsi gibi tadı değil. Ben ekmek arası yedim fakat size tavsiyem tabakta yemeniz. Taş Kahve diye çook meşhur bir yeri var. Şansa benim balık yediğim yerin yanındaydı hemen Taş Kahve. Yemekten sonra gezip bu kahveye geldim. Dibek Kahvesi içip kalktık. İki kahveye 6 TL ödedik. Çok kalabalık bir yer. Herkes kendi halinde.  Yaş oranı biraz büyük ama çok güzel bir yer. Fotoğraftaki son iki yer Taş Kahve’ye ait. Fotoğrafın çekildiği yer ise balık yediğim yer.  Son olarak kavun içi sakızlı dondurma yiyin. Bildiğiniz kavunun içinde sakızlı dondurma var işte. J Ben tadına baktım sadece kavunu da pek sevmem. J  Bunun dışında içki içiyorsan sana uygun çok yer var. Ve çok da güzel eğlenirsin. Ben o tarz şeyleri bilmediğim için onu gidip senin tecrübe etmen lazım. Ama içki içseydim müzik, deniz, ortam vs tam benim yerim olacak bir yerdi. Sakinliği seviyorsan tabi. Gezdikten sonra  küçük araçlarla Ayvalık’a geldik tekrar ve sonra yine araba almaya karar verdiğim Sarımsaklı aracına bindim. 

     Sonraki gün plaja gidip geldikten sonra Şeytan Sofrası’na gittim. Sarımsaklı’dan araç kalkıyor saat 19:30da. Bilet alıyorsunuz gidiş-dönüş  7TL. Şeytan Sofrası da çok güzel bir yer. Ben düşünmeyi severim burası da tam o yerlerden işte. Güneş’in batışını seyrediyorsun. Kimsecikler olmasa, yanımda çayım olsa, müzik olsa, sevdiğim iki üç kişi olsa, bir de düşünmek için fırsatım işte orası tam benim yerim. Üstelik deniz olmadan olmaz o da var. Şeytanın ayağı orada ünlü.  İnsanlar merak edip bu ayak izini görmek için geliyorlar. Bildiğin tuzak ama.  Söylemek ayıp mı bilmem de salak insanların kimler olduğunu burada anlıyorsun. Bu insanlar çocuk yetiştiriyor üstelik. Birde para atıyorlar ayak izinin olduğu yere. Güzel taktik valla. Teyzenin biri ‘’ bu taraklı erkek ayağı’’ dedi hatta. Daha neler neler..  Güneş battıktan sonra insanlar alkışlamaya başlıyorlar. Güneş battı oğlum işte neyin heyecanı bu. J Dünyadaki hiçbir şey hafife alınmamalı bu arada. Güneşin batması bile çok büyük bir şey. Benim takıldığım nokta insanların bilinçsiz ve yüzeysel bir şeyler yapmaları. Neyse ama öyle kuru kuruya batmıyor diye bakalım olaya. Düşünsene güneş battıktan sonra herkes dağılıyor sessizce hahaha. Küs gibi. Şeytan Sofrasından sonra rota Ayvalıktı. Orayı da gezelim dedik. Yalnız oranın yerli gençlerinin Kocaeli apaçilerinden farkı yok aynı. Benim gittiğim gün şansa Pazar vardı. Bir tek o vardı gerçi. Bileklik aldım çok güzel.J Yemek yiyelim dedik tek açık yer yok. E biz de ne yapalım mecbur kebapçıya gittik. Önce pazarı gezdik sonra yiyeyecek yer aradık ama. Sonra baktık yok öyle gittik kebapçıya. Balık istiyordum halbuki. L Beyti kebabı ve kiremitte köfte yedik. İkisi de güzeldi. Ertesi günde bitti kısacık güzel tatilim. 12:30 otobüsüyle kürkçü dükkanına döndüm. Gündüz yalnız otobüs hiç çekilmiyor her yerim tutuldu.  Çok para harcamadan gezip görebileceğin bir yer. Bence kesinlikle git. Korkma korkacak bir şey yok. Tek başına bile gidebilirsin.


     Yalnız dalış yapmak istiyordum fakat mümkün olmadı. İlerde inşallah dalış yapmak isteyen biriyle tekrar gitmek nasip olur. Gezmek çok güzel.  Hayat böyle güzel. Görmek iyi öğrenmek daha iyi.  Bu arada benimle çöle gelmek isteyen var mı? İyi geceler.


29 Nisan 2014 Salı

Mızıkanın Gözyaşları

     Gecenin 03:04 ünden merhaba… Aslında bilmiyorum ne yazacağımı. Gene bir film izledim. Babil. Şu an hayatta en gerçek duygunun acı olduğunu düşünüyorum. Mutluluk kendini kandırmaktan başka bir şey değil. Dünyada acı varsa mutluluk çok aciz, çok yapay, çok basit. Başkası ağlarken, acıyı sadece gözlerde görebilirken, acı artık o insanların benliğine yerleşmişken, onların tarafından baktığımızda acıyla hayat arasında hiçbir fark yokken, buradan baktığımızda umursamazlık görebiliriz. Çünkü biz modern insanlarız. Çünkü biz bulunduğumuz konuma gökten zembille indik. Çünkü biz acı nedir sadece bakarak anladığımızı sandık. Seni anlıyorum, dediğimizde sanki gerçekten anladık. Ama aslında bir şey bilmiyoruz. Ne bileyim.. Belki de saçmaladım sen de haklısın.
     İlerde evim olursa televizyon olmayacak evimde. Yasal uyuşturucu çünkü. İletişim çağında gerçek iletişim kuramıyoruz. Televizyonun yerine filmleri koyabiliriz bence. Haber izlemek kadar saçma başka bir şey varsa o da gene haber izlemektir.
    

dört yanımda dört nasihat
az gülüş bol zayiat
ölsem ala, dayanmak zor

senden bana zor bir miras 
bol çetrefil, bol viraj
ölsem ala, dayanmak zor

nerelere gideyim..


     
     Sevgili Dost,
     Günlerdir bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyor. Yağmur suları şehrin göbeğini göle çevirdi. Sokakların kiri aktı, kalbimizin kiri duruyor. Yağmur suyu yumuşatırmış değdiği yeri. Rahmet! Gelin yıkmayalım, yıkayalım bu şehri!
      Posta Kutusundaki Mızıka/ A. Ali Ural

15 Nisan 2014 Salı

Posta Kutusundaki Mızıka

     Arada yaparım ama uzun zamandır ilk defa bir kitabın yazarı hakkında ve kitap hakkında hiçbir şey bilmeden sadece isminden dolayı kitap aldım. Sırf mızıkayı sevdiğim için. Yorumlara baktım aldıktan sonra, genel olarak güzel şeyler yazmışlar. Dilerim başka bir bakış açısı kazandırır bana. Çünkü benim bakış açım bana yetmiyor sanırım. Anlamakta-anlaşılmakta zorlanıyorum. Bazen vantrilok olmak istiyorum. Keşke sihirli değnek olsa ve bir anda dünyanın en umursamaz insanı özelliğini DE kazandırsa bana. Bakalım nasıl bir kitap...
     Posta Kutusundaki Mızıka / A. Ali Ural

28 Mart 2014 Cuma

KORKU

     Etrafta kimse yok. Sessizlik sakinlik her yere hakim. Bazen çıt bile çıkmıyor bazen yer sallanıyor. Kendimi oyalamak için bir şeyler yiyorum, bir şeyler izliyorum, oraya buraya gidip geliyorum. Mutluyum. Sevdiğim şeyleri yapıyorum. Sonra saate bakıyorum 3 olmuş. Ellerimi suyun altında tutup suyu hissediyorum. Kendime bakıyorum sonra da elime. Elimi havaya kaldırıyorum sular damlıyor. Bunu görünce de mutlu oluyorum. Suyu hissettiğim için. Ama bilmiyorum birazdan olacak şeyleri. Mutlulukla hissettiğim suyun yerini başka şeylerin alacağını.
...
     Birden kalbim güm güm atmaya başladı. Ne yapacağımı bilmiyorum. Ellerim kontrolden çıktı titremesine engel olamıyorum. Kalbim yerinden çıkacak neredeyse. Hiç beklemediğim bir an. Sanki bir anda biri bir şey yaptı ve beni alıp başka bir yere koydu. Bu nasıl his. Allah'ım hayatında hiç bayılmamış olan ben neredeyse bayılacağım. Hemen koşuyorum kilitliyorum kendimi. Artık ayaklarım da başka alemde. Beni taşıyamıyorlar. Titremelerinden küçük çapta deprem olacak gibi. Artık kendimi hiç kontrol edemiyorum ve olduğum yere çöküyorum. Nefes alış şeklim değişti. Kendimde hiç bir şey olması gerektiği gibi değil. Her organım kendi halinde ama hepsinin ortak tek bir şeyi var; korku. Gözlerimi kapatıyorum. Olmayan şeyler duymaya başladım. Artık korkunun zirvesindeyim. Kocaman karanlık bir boşluktayım..
...
   Sonra biraz zaman geçiyor. Etraf aydınlandı. Biraz bekliyorum. Sakinleşmeye başladım. Aldığım nefesin farkındayım şimdi. Dudaklarıma ince bir tebessüm yayıldı. Biraz düzeldim ama hala titriyorum. Buradan şimdi çıkmam lazım yoksa kalacağım, farkındayım. Ayaklarıma güveniyorum kalkmayı deniyorum. Yaşasın!! başardım. Ayaktayım. Arkamı dönüyorum anahtara dokunuyorum ve derin bir nefes alıyorum. ÇIKKK. Kilit açıldı. Bir derin nefes daha. Kapının kolunu tuttum. Nefesimi verdi. Kapıyı açtım kafamı uzattım ve etrafı dinledim. Her şey yolunda gözüküyor. Bir tek şey dışında: Bana bakan ve garip sesler çıkaran mavi dışında. Hızlı hareket ediyorum hemen odama koşuyorum. Odamı kilitliyorum bu sefer. Dışarıda ne olursa olsun artık umurumda değil burası benim en güvende olduğum yer, benim sığınağım, yani bana öyle geliyor. Camı kontrol ediyorum. Hemen elime silahımı aldım. Yorganı kafama çektim diğer elimde de sıkı sıkıya tuttuğum silahım var. Derin nefes aldım. Ama uyuyamıyorum sürekli sıçrıyorum. Elimi kontrol ediyorum, evet hala orada. Ohhh! Tekrar deniyorum uyumayı ama olmuyor gene olmuyor. Işık hala açık. Sesleri duyuyorum hala. Gözlerimi kapatıyorum. Tekrar deniyorum. Bu sefer olacak gibi. Silahımı gevşettim elim acımış. Yavaş yavaş dalıyorum. Uyudum artık.
          Uzun zamandır hissettiğim en büyük ve kalbimi güm güm arttıran tek heyecan, evde tek başıma olduğum gün, gecenin bir yarısı yüzümü yıkarken elektrik gittiğinde, kendimi banyoya kilitleyip, dizlerim beni taşımayacak kadar titrediğinde yere çöküp elektriğin gelmesini beklediğim an oldu. O beş dakikalık anda ben bir on yıl kadar yaşlandım, saçlarım beyazladı, kalp hastası oldum. Kombiden korktuğum için sabaha kadar da ışık açık yatmıştım bir elimde de el feneri vardı tabi. Ne korkunç bir geceydi.

25 Mart 2014 Salı

Çocuk Yapmak Bedava (genelde..)

     Bugün sevgililikten evliliğe (ya da inancında evlilik şart değilse evliliksiz) ve sonra çocuk yapmaya kadar uzanan o yola değinmek istedim. Çünkü daha önce de söylediğim gibi; adaylar anne-baba olmak için belli kurallara tabi tutulmalı, bu kontrol altına alınmalı ve gerekirse çocuk yapma ehliyeti gibi çözüm bulunmalı fikrimi halen daha savunmaktayım. Aslında toplumdaki sosyal kurallara, dayatılanlara, sınırlandırılmalara da karşıyım fakat kurallar olmazsa insanlıktan çıktığınız ve aşırı bencilleştiğiniz için karşı olduğum kadar savunuyorum da. Yani ne zaman insan gibi yaşamayı öğreniriz o zaman hiç bir sosyal kural olmasın. İnsan sadece inancının gereğini yapsın. İnanmıyorsa da onun gereğini yapsın.*** Bu da imkansız yani. Her neyse.
     Bunu düşündüğümde kaç yaşında olduğumu bilemiyorum ama çok büyük sayılabilecek bir yaşta değildim. Ve ben bunu o yaşta düşünebildiysem demek ki bilinçlenmek için erken ya da geç diye bir şey yok.
     Bizim toplumumuza göre düşünelim. Biriyle tanıştın, tanıdığını kabul ettin, ev yuva kurmaya karar verdin, evlendin, eeee madem her şeyimiz tam bari meyve yani diğer bir deyişle çocuk yapalım dedin. İnsana sormazlar mı sen o çocuğun sorumluluğunu alabilecek misin diye? O çocuğu en iyi şekilde yetiştirebilecek misin, sabrının sınırının bilincinde misin, duyarlılık ve farkındalık kazandın mı, empati ve sempati kurulabiliyor musun, öğrenmeyi seven biri misin, öğretmek için istekli misin, kendi BEN inin dışına çıkıp artık çok kişilikli düşünebilecek misin, gücün ne kadar, imkanın ne kadar, ne verebililirsin, o çocuğun baktığı yöne koşabilecek kadar hızlı mısın ya da arkasında durup destek olabilecek kapasiten var mı? Bunları bir düşünsene kardeşim hemen çocuk yapıyorsun.
     Paran yok çocuk yaptın diyelim. O çocuğun istekleri olacak yapamayacaksın. O üzülecek sen o üzüldüğü için üzüleceksin. Sonra sen mutsuz olacaksın ister istemez o çocuk da mutsuz olacak. Sonra bu döngü sürüp gidecek. Al sana mutsuz bir çocuk, mutsuz insanlar.. 
     Empati kuramıyorsun diyelim. O çocuk anlaşılmak isteyecek. (İster yeni doğmuş olsun ister iki yaşında olsun ister  30 yaşında olsun. Büyüdükçe değişen tek şey etrafındaki insan sayısı.) Küçükken gördüğü sınırlı insanların içinde sen varsın. Sen de empati kuramadığın için o çocuk başka seçeneklere de yönelemediği için al sana empati yoksunu mutsuz çocuk. Sonra o çocuklar büyüyor onlarla başka kişiler uğraşmak zorunda kalıyor. Sonra o mutsuzluğun içine o başka insanı da sokuyor o da mutsuz oluyor. Al sana mutsuz insanlar.
     Seçtiğin kişinin/eşin artık en başta olduğunu düşündüğün kişi olmadığını fark ettin ya da sana öyle geliyor onunla iletişim kuramadığın için mutsuz oldun o çocukla ilgilenemedin suçu o çocuğa attın ne olacak mutsuz bir çocuk. Kendini hayatı boyunca suçlu hissedecek bir çocuk. Ne oldu mutsuz en az üç kişi.
     Bu böyle sürüp gider. Yani dört dörtlük olamazsın tabi ki ama biraz çabalasan keşke. Biraz düşünsen. Etrafındaki seçebildiğimiz insanları bile düşünmek gerekken çocuğu nasıl düşünmezsin?
     Bu olayın bir de diğer tarafı var yani mutlu insanlar tarafı. En güzel tarafı. Hep mutlu olmaktan bahsetmiyorum. Mutsuzken bile sakinliği koruyup mutsuzluk çemberini parçalamak isteyen insanların mutluluğu. İşte herkesin böyle olması gerekiyor. Hep mutlu olamayız tabi bence olmamalıyız da. Ama mutsuzluğun içinde mutluluğu bulmak daha sağlam bir mutluluk getiriyor diye düşünüyorum.

Üstteki Yazının Bir Yerinden Doğan Yeni Düşünceler

*** Dinin inancın tamamen bireysel olduğuna inanan biriyim. Ben oruç tutmak istersem tutarım ama sen içki içmek istersen içersin. Karşındaki insan olduğu için inandığı için saygı duyman gerek. Saygı duymaktan kastım ben oruç tutarken senin benim karşımda bir şeyler yiyip içmemen.. Herkesin olanağı araştırma şansı düşünmek için zamanı var. Dinleri her şeyi araştırabilirsin. Hz. Muhammed dışında din lideri olayı benim gözümde pek önemli değil. Din hocası din önderi olduğunu söyleyen kimseye de inanmam. Etrafımda tanıdığım cami hocalarının hiç birini de sevmem-bu kişisel. Adamın mesleği o, o kadar. Yani bakkal gibi, doktor gibi. Bir şey öğrenmek istersen araştırma alanın çok geniş oralara bak. Bu din lideri olayı değil sadece. Bir ülke lideri de olabilir. Körü körüne neyi savunuyorsun gözünle mi gördün ki gözünle görsen de inanma. Heee şimdi diyeceksin ki peygamberi de mi gördün inanıyorsun? Bak arkadaşım inanmanın her konusunun sorgulanmasının yersiz olduğunu düşünüyorum. Bazen sadece inanırsın çünkü bu inanç. Mistik bir olay bir tarafta. Allah'a inanıyorum O peygambere Kuran'a inan diyor inanıyorum. Sorgulamak istersen bırak her şey kendiliğinden oldu demeyi bunu sorgula. Çiçeğin yapısını incele gezegenleri araştır. Erafındaki olayları sezinle. Havayı, kimyayı, insanları sorgula. Ne bileyim.
     Mesela kardeşim bir iki ay önce umreye gitti. İyi ki de gitti dinimde çok önemli olan bir yere gitti. Orayı gidip görmeyen biri orası hakkında nasıl iyi ya da kötü konuşur anlamıyorum. Hayatında hiç namaz kılmamış biri nasıl olur da namaz iyi ya da kötü der bilmiyorum. Hayatında hiç içki içmemiş biri nasıl olur da içki iyi ya da kötü der anlamıyorum. İnancın sana içki içme der içmezsin. Bu senin inancın kişisel tercihin. İçkinin yapısını bilmiyorsun ki niteliğini eleştiriyorsun. İçki kötü olduğu için değil inancımda yeri olmadığı için içmiyorum demek lazım. Ya da dua etmenin nasıl bir his olduğunu dua eden insan bilir. Sen hiç dua etmeden nasıl olur da dua etmem inanmam dersin. Önce bir dua et olmazsa o zaman inanmıyorum de ya da güzel bir şey de. Her şeyi gereğince yapsana. Yani bunları sorgulasana.
     Bir fikri savunmak değil; savunmadığın fikre karşı kendi düşünceni savunmak bana göre gerçek olandır. Sahiplendiğin şeyi bilmek kadar sahiplenmediğin şeyi de bilmen gerek ki karşısında durduğun şeyin sana göre kötü taraflarını açıklayabilesin. Neye karşı çıkıyorsan onu iyi bilmen gerek. Yani bir nevi ''düşmanı'' iyi tanımak. Açıklamak için düşman kelimesini kullanmak zorunda kaldım. Bana göre güzel bir tabir değil yoksa.
     Yanlış düşündüğümü düşündüğün bir şey varsa uyarmak istersen her türlü yorumuna değer vereceğimi belirtmek istiyorum. Senin yazdığın şeyi de emin ol düşüneceğim. Hatta mantıklı bulursam şu an buraya yazdığım düşüncelerimi de değiştiririm. Aydınlatmak istersen ne ala, yaralamak istersen güle güle.

17 Mart 2014 Pazartesi

Gerçeğin bedeli suskunluktur.. ?!

   
     Ben aslında çok konuşan biriyim. Şu an bunu okusalar beni tanıyan arkadaşlarım saçma salak konuşma deyip çok konuşurum dediğime gülebilirler tabi. Haklılar da :D Ama konuşurum. İlla sesli konuşmak gerekmiyor sonuçta.
     Niye konuşmuyorum acaba? Çocukluktan bilinç altımda kalan nedenler olabilir, mümkündür. Bir de alışma evresi de bende biraz uzun sürüyor. Birini sevmezsem mümkün değil bir daha sevmem. Yani şimdiye kadar hep öyle oldu sonrası için bir şey diyemem. Hislerime de çok fazla güvenirim. Genelde de yanıltmazlar. Ayrıca düşündüğümden farklı davranırsam kendimi çok ikiyüzlü hissediyorum. Bu da bir etken. Tanıdığım her yeni insanla ne konuşulur bilmemem de bir etken. Söylediğim şeyler bir acısına mı dokunur diye düşünmem de bir etken. Sonuçta insanız çok sevdiğimiz birinin en sevdiği rengi duyduğumuzda bile anılarımızı çağırabiliriz. O an hissettiğim şeyle davranışımı ayarlayamamam da bir etken. Çok heyecanlı biri olmam da bir etken. Gereksiz şeyleri konuşmayı sevmemem de bir etken. Konuşma konusunda kendime hiç güvenmemem de bir etken. Yani etkenler bir sürü. He bu arada küçümsemek ya da insanları yüceltmek gibi bir anlam çıkartma yazdıklarımdan. Ortada bir yerlerde düşünmeye çalış. Hayatım boyunca hiçbir zaman hazır cevap birisi olamadım maalesef. Çok isterdim ama en yeteneksiz bile olabilirim bu konuda. İnsanlar çatır çatır cümleleriyle dikkati başka yöne çekmeyi çok iyi yaparken benim gibi düz insanlar onları hayranlıkla izler. Politik olmak bir insanda olabilecek en güzel özelliklerden biri sanırım. Ama insanların canını yakma amacın olmadan. Eğer amaç can acıtmaksa kaderinin dizginlerini eline alamayan insanları ? çok büyük kırgınlıklara atabilirsin.
    Gerçeğin bedeli suskunluk mu?
    Buraya yazdığım şeylerin ulaştığı her insan burada yazılanlardan en az bir cümleyi sahiplenebilir. Çünkü aslında aynı şeyleri hissediyoruz. Aynı şeyleri yaşıyoruz. Cesaret, farkındalık, düşünme,... sayesinde bazılarımız öne geçiyor sadece. Bu yüzden hep söylediğim gibi anne-baba ve öğretmenler en iyi rehberler olmalı. İnsan büyüyünce olmak istediği gibi olamıyor çünkü. Egolu anne-baba ve öğretmen olmaz.
     ''...gerçek, düşlerine layık olmadığından, bu olaydan umudu kırılmış olarak çıkıyor...''
     Hangimizin umudu kırılmıyor. Hangimiz hayal kurmuyoruz birisi hakkında, bir şey hakkında, bir olay hakkında.. Hepimizin düşlerinde bir ''umut'' yok mu? Hayalinizde istediğinizi kurun. Bunu düşünün ama bir de şöyle düşünün. Aslında sorun şurada başlıyor: Sizin ''hayal kırıklığı'' dediğiniz yerde. O hayali sen kurdun. Hayalin seninle alakalı. Tahmin ettiğin gibi çıkmadığı için kızmaya hakkın var mı? O yüzden, beni hayal kırıklığına uğrattın cümlesi bir insana atabileceğiniz çok büyük bir taş bana göre. Üstelik bu senin sorunun iken. Çok sevebilirsin, çok değer verebilirsin, çok büyük şeyler bekleyebilirsin, karşındaki kişinin çok daha iyilerine layık olduğunu düşünebilirsin ama istediğin olmadı diye hayal kırıklığı ile suçlamak çok büyük bencillik olmuyor mu? Bence oluyor.
      Gece 01:35. VE Sessizlik burada karşı gelinmemesi gereken bir zorunluluk gibi..  İyi geceler.

(Kalın cümleler okuduğum kitaplardan alıntı olduğu için kalın. Paylaşmak güzeldir.)
 

10 Mart 2014 Pazartesi

Çok Dertliyim Be Canım

     Bir yerde okumuştum. Aslında dün okumuştum. Ama eklemem gereken şeyler vardı biraz erteledim. (Burada yazının konusunu görüyorsunuz, gene aynı şeyi yapmışım. :)  ) Özetle; bazı şeyler için zaman şimdidir öncesi erken sonrası geçtir, diyordu. Düşündüm de benim şimdileri hep ertelemem yüzünden hep geç kalmışım. Doğru zamanı buluyorum ama sonraya bırakıyorum. Nedenini inanın bilmiyorum. Sanırım öğrenmem gereken şey ertelediğim sonrada gizli.
     Bu geç kalışlar beni hep çok zor durumlara düşürdü. Birde beni yani. Benim gibi birini. Keşke demeyi hiç sevmedim aslında hayatım boyunca. İnsana hangi özellikler verildiyse onları kullanmalı onlarla kendini iyi hissetmeli. Ama sanırım bazen yeterli gelmiyor ya da ben beceriksiz biriyim duygu eğitmeyi bilmiyorum.
     Sanırım bir karar almam lazım daha doğrusu istikrarı korumam. Şimdilerimi çok istiyorum. Kimseyi şimdisine ulaşması için beklemek istemiyorum artık çünkü bu yüzden geç kalıyormuşum. Bir de neyi gördüm biliyor musunuz? İnsanlar sıkıştıkları için sizinle aynıymış gibi davranıyorlar. Akacak bir yer bulduklarında eğer vefalı biri değilse, ki bazen o da işe yaramıyor, hemen pırrrrr akmış gitmiş. Bir de artık değiş diye size kızar olmuş. Halbuki sen kendini daha da güçlendirmeye hazırdın. Bir anda yarı yolda kalmaya da hazır olman gerek. :)
     Neyse bu da günlük gibi, biraz duyguları saçmak gibi, biraz dertleşmek gibi bir şey olsun.
     Gecenin 01:52 sinden iyi geceler..

24 Şubat 2014 Pazartesi

Yazdım Oldu..

     Oyuncu ünlü halk seviyor diye yaptığın tüm filmlerde sonuna kadar aynı kişiyle ilerlersen o film güzel olur mu ki? Evet olabilir haklısın tabi ki. Ama arada farklı bir şey yapman gerekiyor söylemek istediğim de bu.
     Yabancı sinemalarda oyuncular çok iyi olsa bile bazen öyle bir yerde karakter ölüyor ki şaşkınlıktan donuyorsun. Film nasıl ilerleyecek derken (şimdiye kadar Türk sinemasında böyle gördük çünkü-istisna varsa ben izlememişim üzgünüm) sonuna nasıl geldin belki farketmiyorsun bile. Eleştirmen değilim bunu okurken bu konuda bilgin var mı da konuşuyorsun diye düşünme. Sadece izleyiciyim gözlemim de bu. Ve de bu sadece filmler hakkında yazmak istediğim şeylerin bir kısmının özeti.      
     Bunları yazmamın suçlusu ise Django Unchained adlı Tarantino filmi. Aslında Leonardo Dicaprio için izlemiştim başta. Sonra baktım filmin ortasındayız hala adam ortaya çıkmadı (2:30 - 3 saat olan filmde Leonardo Dicaprio'yu bekledim fakat sonra zaman nasıl geçti anlamadım bile ki yarısından sonrası da öncesi de çok güzeldi.) nasıl olacak diye düşünürken bir baktım ki filmin sonundayım. Ne olduğunu içeriğini anlatmayacağım korkma zaman ayırıp izlersin artık :)
     Son olarak da şunları söylemek isterim. Biri filmin müzikleri biri de konusu hakkında. Seçilen müzikler ve yerleri tam olarak çok güzeldi ve filmi izlerken tam olarak havaya giriyorsun. Ağzında ince bir gülümseme ve sigarayla sanki filmi sen bitiriyorsun :) Konusuna gelince "insan"ın en adi tarafı zaten ilk yıllardan gelen bir şey. Konusu hakkında herkes bir durup düşünsün ne için ne yaptığını. Insan her şeye alışır "acı"ya da alıştığı gibi. Ya da diğer şeylere de alıştığı gibi..
     Yani söylemek istediğim genç arkadaşlar ben kendi adıma çok şey bekliyorum Türk film sektöründen. Şartlarınızın uygun hale gelmesi dileğiyle gecenin 04:13 ünden iyi gecelerr.    :)

1 Şubat 2014 Cumartesi

Zaman Eksikliği

  Durup düşünmeden bir şeyler söylemek, anlamaya çalışmamak, kesip atmak, insanları kırmak.. Hepsi çok saçma şeyler.
  Galaksilere, uzaya, evrene... bakarsak insan boyut olarak çok küçük bir varlık. Hatta varlığımızdan bahsetmek gerekli mi o bile meçhul. Bana göre duygusal bakımdan da hem çok aciz hem çok yüce bir varlık. Kendinizi hangi tarafa koyduğunuzu bir düşünün burada.
  Bizim dünyada bir yıl dediğimiz zamana Güneş açısından bakarsak onun galaksi etrafında dönmesi bizim dünyada bir yıl dediğimiz zaman dilimine göre 255 milyon yıla denk geliyormuş. Yani Güneş turunu bu zamanda tamamlıyormuş ki bizim bir yıl dediğimiz şey olsun. Ortalama insan ömrünü hesaplarsak Güneş açısından bizim dünyada geçirdiğimiz süre 10 saniyenin altındaymış. Yani Güneş'e göre biz dünyada 10 saniyeden az yaşıyoruz. Bu yüzden  insanın büyüklüğü baktığımız yere göre değişir ve bu yüzden çok tepeden bakmamak gerek diye düşünüyorum.


  Bir kitapta okumuştum. Sonra bu paragrafın aslında incelersek çoğu insanın bakış açısını yansıttığını fark ettiğim ve çok beğendiğim için bunu yazmak istedim. Diyor ki; Dünya'nın Güneş çevresinde 30 defa tur atması anlamında ''30 yaşındayım'' diyoruz. Yani ''Ben Dünya'ya geldiğimden beri Dünya Güneş'in çevresinde tam 30 tur attı'' demek istiyoruz. Ve buna göre zaman biçiyoruz kendimize.
   Kurmak istediğim mantık şu: Ben birine kaç yaşındasın yerine ''Sen doğduktan sonra Dünya Güneş'in çevresinde kaç tur attı?'' desem bana ya aptalmışım gibi bakar ya da güler, dalga geçer felan. Ama soruda bir yanlışlık yok. Yani benim öğrenmek istediğim şeyi bu iki soru da sorabilir. Ama karşımdaki insan sırf ''kaç yaşındasın''ı öğrendiği için soruyu öyle sormamı bekler. Bir de üstüne soruyu beklediği gibi sormadım diye bana aptal muamelesi yapar. Birincisi karşındaki kişi istediğini yapmadı diye aptal olmaz. İkincisi senin algı kapasiten sana öğretilenden ibaret olduğu için bu senin çok bilgili olduğun anlamına gelmez. Üçüncüsü karşındaki insanı küçümseme hakkını sana kim veriyor. Bu arada Murat Menteş romanlarını bu yüzden çok severim. ''Herkes''in cümleleri yok. Cümleler bana göre mükemmel kelime seçimi ve sıralamasıyla yan yana getirilmiş. 


Hayatta bir çok (aslında hiçbir konu hakkında emin olunamaz diye düşünüyorum fakat düşünürsek belki bazı kesin istisnalar bulunabilir diye bir çok diyorum) konu hakkında kesin konuşamayız. Sizin var ya da yok dediğiniz şeyler algıladığınız  ve hislerinizle desteklediğiniz şeylerden ibaret. Ama fark ederseniz aslında sizin algıladığınız gibi bunlarla sınırlı değildir. Bunlarda var ama bunlarla sınırlı değil. Bir sürü insan olay durum nesne şey... var. Görmediğinizin algılamadığınızın dışında da hayat var. Bu yüzden kesin konuşmak çok yersiz. ( 12 Angry Man filmi çok iyi bir örnek. )       

Biraz uzun oldu ama okuyan varsa Teşekkürler.

21 Ocak 2014 Salı

BOŞ İNSAN, YÜZEYSEL KAFA, GEREKSİZ KELİME SAHİBİ


Öncelikle bunu neden yazmak istediğimi belirteyim. Her zaman görmediğim arada sırada gördüğüm insanların hep aynı tarz muhabbetine denk gelmem yazının çıkış noktası. Herkesin kendine göre karşısındaki insana verdiği sınırlar vardır. Bu sınırlarının olmadığını söyleyen insan da bana göre duruma göre şerbet veren, çıkarcı, bir nevi sinsi insandır. Çünkü insan herkesi sevemez buna inanmam mümkün değil. Herkesle iyi olamaz bir insan.Varsa bile o insan Allah tarafından özel bir yetenekle bir amaçla ödüllendirilmiştir. 

Gelelim bana göre boş muhabbetlere. Erkek ya da kız fark etmeksizin sürekli karşı cins hakkında

konuşan insan dünyanın en gereksiz kelimelerini sarf eden insanlar arasında başı çeker. Hadi bunu
en yakın arkadaşlarınla en yakın bulduğun insanlarla yap onda sorun yok. Hadi bir kere tanımadığın insanlarla da yap o da belki bir nevi. 

Ama neden devamlı konuşursun? Başka kelime cümle bilmez misin?
Arkadaş hiç mi konuşacak bir şeyin yok bu kadar boşlukta mısın sen? İki cümlesinden üçü bu tarz konuşmalar olan insanlar nasıl bir eksikliğin var ki senin muhabbetinin özeti bu. Ne yaşadın yani sen. Aptal aptal konuşacak ne hissettin.

Bana gelelim. Ben yapmıyor değilim tabi ki. Ama konuştuğum insan sayısı çok sınırlıdır.Ben yapı gereği muhabbetini sevmediğim insanlarla aynı yerlerde bulunmam.Bazı mecburi durumlar oluyor o zaman zorla katlanıyorum tabi ki ama kısa süreli. Yan yana durmamamın sebebi o kişileri küçümsediğim için değil bu arada, saçma salak konuşmalarına katlanamadığım zaman kalbini kıracak şeyler söylememek için. Tekrar söylüyorum asla küçümsemiyorum uzak dururum olur biter. Benden uzak kendi kafa yapısındaki insanlara yakın olsunlar. Ama bunu yapan varsa şunu söyleyeyim. Herkes bu salak muhabbetleri sevmez arkadaşlar. Tanımadan bilmeden herkesin yanında her şeyi konuşmayın. 

Gereksiz kelime sahibi olduğunuz düşünülmesin. Tabi amacınız bu değilse. Saygısızlık olarak bağlamayın bunu. Saygısız insanlarda bu yazının başka bir tarafı yani başka bir yüzeysel insanın yapacağı davranış.Katlanırım uzak dururum derken saygısızlık yaptığım anlamında değil. Aynı yerde durmam konuşmak zorunda kalmayız gibi. Ama sınırlarımı zorlarsa da bilmiyorum ne olur.

Bir başka konu da şu; sürekli papağan gibi aynı şeyleri tekrarlayan insanlar. Bu insanlar sizi baskı altına sokar. Bu insanlar sizin hareket alanınızı sınırlandırır. Bu insanlar kendilerinin büyük bir yoksunluk içinde olduğunu söylemeye çalışır. Bu insanlar sürekli şunu beğendim bunu beğendim, bunu beğendim şunu beğendim kafasındadırlar.


Bir de çok konuşan insanlar var. Bu insanlar size çamaşırında kullandığı deterjanından annesinin babasının abisinin ablasının ne sevdiğine kadar anlatırlar. Siz olduğunuz için değil konuşmaya ihtiyacı olduğu için ve de siz bir dinleyici olduğunuz için. Aman Allah'ım bu insanların muhabbet genişlikleri öyle büyüktür ki bir saatin sonunda '' ben şimdi niye onun amcasının kızının erkek arkadaşının dayısının sevdiği şeyi biliyorum ya'' deyip durursunuz. Hayır ben bunu niye bileyim. Bana bunun ne gibi faydası var. Nerede kullanacağım ben bu bilgiyi.


Neyse özet olarak daha çok şey var ama belli başlı bunlar vardı yazmalıyım dedim. İnsanın kendi kafa yapısına uygun insan bulması çok zor. Bulanlar da bu dünyadaki en şanslı insanlardan bana göre. Benim de var şükürler olsun. Onlar sayesinde onların sevdiği şeylere de bakabiliyorum. Bu yazının çıkış kaynağı olan bu insanlarla dilerim hayat boyu bir araya gelmem. Zaten onların da beni seveceğini sanmıyorum. Onların bazı kavramları benimkilerden çok çok çok farklı. Anlaşamayacağımız için sevmemeleri de çok doğal.


İnsanın genelde kendi gibi insanları çektiğini düşünmüşümdür. Bazen aksi de olur. İçimizde bir yerde o farklı dediğimiz insandan bir şeyler vardır. Bana göre yani :)