Etrafta kimse yok. Sessizlik sakinlik her yere hakim. Bazen çıt bile çıkmıyor bazen yer sallanıyor. Kendimi oyalamak için bir şeyler yiyorum, bir şeyler izliyorum, oraya buraya gidip geliyorum. Mutluyum. Sevdiğim şeyleri yapıyorum. Sonra saate bakıyorum 3 olmuş. Ellerimi suyun altında tutup suyu hissediyorum. Kendime bakıyorum sonra da elime. Elimi havaya kaldırıyorum sular damlıyor. Bunu görünce de mutlu oluyorum. Suyu hissettiğim için. Ama bilmiyorum birazdan olacak şeyleri. Mutlulukla hissettiğim suyun yerini başka şeylerin alacağını.
...
Birden kalbim güm güm atmaya başladı. Ne yapacağımı bilmiyorum. Ellerim kontrolden çıktı titremesine engel olamıyorum. Kalbim yerinden çıkacak neredeyse. Hiç beklemediğim bir an. Sanki bir anda biri bir şey yaptı ve beni alıp başka bir yere koydu. Bu nasıl his. Allah'ım hayatında hiç bayılmamış olan ben neredeyse bayılacağım. Hemen koşuyorum kilitliyorum kendimi. Artık ayaklarım da başka alemde. Beni taşıyamıyorlar. Titremelerinden küçük çapta deprem olacak gibi. Artık kendimi hiç kontrol edemiyorum ve olduğum yere çöküyorum. Nefes alış şeklim değişti. Kendimde hiç bir şey olması gerektiği gibi değil. Her organım kendi halinde ama hepsinin ortak tek bir şeyi var; korku. Gözlerimi kapatıyorum. Olmayan şeyler duymaya başladım. Artık korkunun zirvesindeyim. Kocaman karanlık bir boşluktayım..
...
Sonra biraz zaman geçiyor. Etraf aydınlandı. Biraz bekliyorum. Sakinleşmeye başladım. Aldığım nefesin farkındayım şimdi. Dudaklarıma ince bir tebessüm yayıldı. Biraz düzeldim ama hala titriyorum. Buradan şimdi çıkmam lazım yoksa kalacağım, farkındayım. Ayaklarıma güveniyorum kalkmayı deniyorum. Yaşasın!! başardım. Ayaktayım. Arkamı dönüyorum anahtara dokunuyorum ve derin bir nefes alıyorum. ÇIKKK. Kilit açıldı. Bir derin nefes daha. Kapının kolunu tuttum. Nefesimi verdi. Kapıyı açtım kafamı uzattım ve etrafı dinledim. Her şey yolunda gözüküyor. Bir tek şey dışında: Bana bakan ve garip sesler çıkaran mavi dışında. Hızlı hareket ediyorum hemen odama koşuyorum. Odamı kilitliyorum bu sefer. Dışarıda ne olursa olsun artık umurumda değil burası benim en güvende olduğum yer, benim sığınağım, yani bana öyle geliyor. Camı kontrol ediyorum. Hemen elime silahımı aldım. Yorganı kafama çektim diğer elimde de sıkı sıkıya tuttuğum silahım var. Derin nefes aldım. Ama uyuyamıyorum sürekli sıçrıyorum. Elimi kontrol ediyorum, evet hala orada. Ohhh! Tekrar deniyorum uyumayı ama olmuyor gene olmuyor. Işık hala açık. Sesleri duyuyorum hala. Gözlerimi kapatıyorum. Tekrar deniyorum. Bu sefer olacak gibi. Silahımı gevşettim elim acımış. Yavaş yavaş dalıyorum. Uyudum artık.
Uzun zamandır hissettiğim en büyük ve kalbimi güm güm arttıran tek heyecan, evde tek başıma olduğum gün, gecenin bir yarısı yüzümü yıkarken elektrik gittiğinde, kendimi banyoya kilitleyip, dizlerim beni taşımayacak kadar titrediğinde yere çöküp elektriğin gelmesini beklediğim an oldu. O beş dakikalık anda ben bir on yıl kadar yaşlandım, saçlarım beyazladı, kalp hastası oldum. Kombiden korktuğum için sabaha kadar da ışık açık yatmıştım bir elimde de el feneri vardı tabi. Ne korkunç bir geceydi.
28 Mart 2014 Cuma
25 Mart 2014 Salı
Çocuk Yapmak Bedava (genelde..)
Bugün sevgililikten evliliğe (ya da inancında evlilik şart değilse evliliksiz) ve sonra çocuk yapmaya kadar uzanan o yola değinmek istedim. Çünkü daha önce de söylediğim gibi; adaylar anne-baba olmak için belli kurallara tabi tutulmalı, bu kontrol altına alınmalı ve gerekirse çocuk yapma ehliyeti gibi çözüm bulunmalı fikrimi halen daha savunmaktayım. Aslında toplumdaki sosyal kurallara, dayatılanlara, sınırlandırılmalara da karşıyım fakat kurallar olmazsa insanlıktan çıktığınız ve aşırı bencilleştiğiniz için karşı olduğum kadar savunuyorum da. Yani ne zaman insan gibi yaşamayı öğreniriz o zaman hiç bir sosyal kural olmasın. İnsan sadece inancının gereğini yapsın. İnanmıyorsa da onun gereğini yapsın.*** Bu da imkansız yani. Her neyse.
Bunu düşündüğümde kaç yaşında olduğumu bilemiyorum ama çok büyük sayılabilecek bir yaşta değildim. Ve ben bunu o yaşta düşünebildiysem demek ki bilinçlenmek için erken ya da geç diye bir şey yok.
Bizim toplumumuza göre düşünelim. Biriyle tanıştın, tanıdığını kabul ettin, ev yuva kurmaya karar verdin, evlendin, eeee madem her şeyimiz tam bari meyve yani diğer bir deyişle çocuk yapalım dedin. İnsana sormazlar mı sen o çocuğun sorumluluğunu alabilecek misin diye? O çocuğu en iyi şekilde yetiştirebilecek misin, sabrının sınırının bilincinde misin, duyarlılık ve farkındalık kazandın mı, empati ve sempati kurulabiliyor musun, öğrenmeyi seven biri misin, öğretmek için istekli misin, kendi BEN inin dışına çıkıp artık çok kişilikli düşünebilecek misin, gücün ne kadar, imkanın ne kadar, ne verebililirsin, o çocuğun baktığı yöne koşabilecek kadar hızlı mısın ya da arkasında durup destek olabilecek kapasiten var mı? Bunları bir düşünsene kardeşim hemen çocuk yapıyorsun.
Paran yok çocuk yaptın diyelim. O çocuğun istekleri olacak yapamayacaksın. O üzülecek sen o üzüldüğü için üzüleceksin. Sonra sen mutsuz olacaksın ister istemez o çocuk da mutsuz olacak. Sonra bu döngü sürüp gidecek. Al sana mutsuz bir çocuk, mutsuz insanlar..
Empati kuramıyorsun diyelim. O çocuk anlaşılmak isteyecek. (İster yeni doğmuş olsun ister iki yaşında olsun ister 30 yaşında olsun. Büyüdükçe değişen tek şey etrafındaki insan sayısı.) Küçükken gördüğü sınırlı insanların içinde sen varsın. Sen de empati kuramadığın için o çocuk başka seçeneklere de yönelemediği için al sana empati yoksunu mutsuz çocuk. Sonra o çocuklar büyüyor onlarla başka kişiler uğraşmak zorunda kalıyor. Sonra o mutsuzluğun içine o başka insanı da sokuyor o da mutsuz oluyor. Al sana mutsuz insanlar.
Seçtiğin kişinin/eşin artık en başta olduğunu düşündüğün kişi olmadığını fark ettin ya da sana öyle geliyor onunla iletişim kuramadığın için mutsuz oldun o çocukla ilgilenemedin suçu o çocuğa attın ne olacak mutsuz bir çocuk. Kendini hayatı boyunca suçlu hissedecek bir çocuk. Ne oldu mutsuz en az üç kişi.
Bu böyle sürüp gider. Yani dört dörtlük olamazsın tabi ki ama biraz çabalasan keşke. Biraz düşünsen. Etrafındaki seçebildiğimiz insanları bile düşünmek gerekken çocuğu nasıl düşünmezsin?
Bu olayın bir de diğer tarafı var yani mutlu insanlar tarafı. En güzel tarafı. Hep mutlu olmaktan bahsetmiyorum. Mutsuzken bile sakinliği koruyup mutsuzluk çemberini parçalamak isteyen insanların mutluluğu. İşte herkesin böyle olması gerekiyor. Hep mutlu olamayız tabi bence olmamalıyız da. Ama mutsuzluğun içinde mutluluğu bulmak daha sağlam bir mutluluk getiriyor diye düşünüyorum.
Bunu düşündüğümde kaç yaşında olduğumu bilemiyorum ama çok büyük sayılabilecek bir yaşta değildim. Ve ben bunu o yaşta düşünebildiysem demek ki bilinçlenmek için erken ya da geç diye bir şey yok.
Bizim toplumumuza göre düşünelim. Biriyle tanıştın, tanıdığını kabul ettin, ev yuva kurmaya karar verdin, evlendin, eeee madem her şeyimiz tam bari meyve yani diğer bir deyişle çocuk yapalım dedin. İnsana sormazlar mı sen o çocuğun sorumluluğunu alabilecek misin diye? O çocuğu en iyi şekilde yetiştirebilecek misin, sabrının sınırının bilincinde misin, duyarlılık ve farkındalık kazandın mı, empati ve sempati kurulabiliyor musun, öğrenmeyi seven biri misin, öğretmek için istekli misin, kendi BEN inin dışına çıkıp artık çok kişilikli düşünebilecek misin, gücün ne kadar, imkanın ne kadar, ne verebililirsin, o çocuğun baktığı yöne koşabilecek kadar hızlı mısın ya da arkasında durup destek olabilecek kapasiten var mı? Bunları bir düşünsene kardeşim hemen çocuk yapıyorsun.
Paran yok çocuk yaptın diyelim. O çocuğun istekleri olacak yapamayacaksın. O üzülecek sen o üzüldüğü için üzüleceksin. Sonra sen mutsuz olacaksın ister istemez o çocuk da mutsuz olacak. Sonra bu döngü sürüp gidecek. Al sana mutsuz bir çocuk, mutsuz insanlar..
Empati kuramıyorsun diyelim. O çocuk anlaşılmak isteyecek. (İster yeni doğmuş olsun ister iki yaşında olsun ister 30 yaşında olsun. Büyüdükçe değişen tek şey etrafındaki insan sayısı.) Küçükken gördüğü sınırlı insanların içinde sen varsın. Sen de empati kuramadığın için o çocuk başka seçeneklere de yönelemediği için al sana empati yoksunu mutsuz çocuk. Sonra o çocuklar büyüyor onlarla başka kişiler uğraşmak zorunda kalıyor. Sonra o mutsuzluğun içine o başka insanı da sokuyor o da mutsuz oluyor. Al sana mutsuz insanlar.
Seçtiğin kişinin/eşin artık en başta olduğunu düşündüğün kişi olmadığını fark ettin ya da sana öyle geliyor onunla iletişim kuramadığın için mutsuz oldun o çocukla ilgilenemedin suçu o çocuğa attın ne olacak mutsuz bir çocuk. Kendini hayatı boyunca suçlu hissedecek bir çocuk. Ne oldu mutsuz en az üç kişi.
Bu böyle sürüp gider. Yani dört dörtlük olamazsın tabi ki ama biraz çabalasan keşke. Biraz düşünsen. Etrafındaki seçebildiğimiz insanları bile düşünmek gerekken çocuğu nasıl düşünmezsin?
Bu olayın bir de diğer tarafı var yani mutlu insanlar tarafı. En güzel tarafı. Hep mutlu olmaktan bahsetmiyorum. Mutsuzken bile sakinliği koruyup mutsuzluk çemberini parçalamak isteyen insanların mutluluğu. İşte herkesin böyle olması gerekiyor. Hep mutlu olamayız tabi bence olmamalıyız da. Ama mutsuzluğun içinde mutluluğu bulmak daha sağlam bir mutluluk getiriyor diye düşünüyorum.
Üstteki Yazının Bir Yerinden Doğan Yeni Düşünceler
*** Dinin inancın tamamen bireysel olduğuna inanan biriyim. Ben oruç tutmak istersem tutarım ama sen içki içmek istersen içersin. Karşındaki insan olduğu için inandığı için saygı duyman gerek. Saygı duymaktan kastım ben oruç tutarken senin benim karşımda bir şeyler yiyip içmemen.. Herkesin olanağı araştırma şansı düşünmek için zamanı var. Dinleri her şeyi araştırabilirsin. Hz. Muhammed dışında din lideri olayı benim gözümde pek önemli değil. Din hocası din önderi olduğunu söyleyen kimseye de inanmam. Etrafımda tanıdığım cami hocalarının hiç birini de sevmem-bu kişisel. Adamın mesleği o, o kadar. Yani bakkal gibi, doktor gibi. Bir şey öğrenmek istersen araştırma alanın çok geniş oralara bak. Bu din lideri olayı değil sadece. Bir ülke lideri de olabilir. Körü körüne neyi savunuyorsun gözünle mi gördün ki gözünle görsen de inanma. Heee şimdi diyeceksin ki peygamberi de mi gördün inanıyorsun? Bak arkadaşım inanmanın her konusunun sorgulanmasının yersiz olduğunu düşünüyorum. Bazen sadece inanırsın çünkü bu inanç. Mistik bir olay bir tarafta. Allah'a inanıyorum O peygambere Kuran'a inan diyor inanıyorum. Sorgulamak istersen bırak her şey kendiliğinden oldu demeyi bunu sorgula. Çiçeğin yapısını incele gezegenleri araştır. Erafındaki olayları sezinle. Havayı, kimyayı, insanları sorgula. Ne bileyim.
Mesela kardeşim bir iki ay önce umreye gitti. İyi ki de gitti dinimde çok önemli olan bir yere gitti. Orayı gidip görmeyen biri orası hakkında nasıl iyi ya da kötü konuşur anlamıyorum. Hayatında hiç namaz kılmamış biri nasıl olur da namaz iyi ya da kötü der bilmiyorum. Hayatında hiç içki içmemiş biri nasıl olur da içki iyi ya da kötü der anlamıyorum. İnancın sana içki içme der içmezsin. Bu senin inancın kişisel tercihin. İçkinin yapısını bilmiyorsun ki niteliğini eleştiriyorsun. İçki kötü olduğu için değil inancımda yeri olmadığı için içmiyorum demek lazım. Ya da dua etmenin nasıl bir his olduğunu dua eden insan bilir. Sen hiç dua etmeden nasıl olur da dua etmem inanmam dersin. Önce bir dua et olmazsa o zaman inanmıyorum de ya da güzel bir şey de. Her şeyi gereğince yapsana. Yani bunları sorgulasana.
Bir fikri savunmak değil; savunmadığın fikre karşı kendi düşünceni savunmak bana göre gerçek olandır. Sahiplendiğin şeyi bilmek kadar sahiplenmediğin şeyi de bilmen gerek ki karşısında durduğun şeyin sana göre kötü taraflarını açıklayabilesin. Neye karşı çıkıyorsan onu iyi bilmen gerek. Yani bir nevi ''düşmanı'' iyi tanımak. Açıklamak için düşman kelimesini kullanmak zorunda kaldım. Bana göre güzel bir tabir değil yoksa.
Yanlış düşündüğümü düşündüğün bir şey varsa uyarmak istersen her türlü yorumuna değer vereceğimi belirtmek istiyorum. Senin yazdığın şeyi de emin ol düşüneceğim. Hatta mantıklı bulursam şu an buraya yazdığım düşüncelerimi de değiştiririm. Aydınlatmak istersen ne ala, yaralamak istersen güle güle.
Mesela kardeşim bir iki ay önce umreye gitti. İyi ki de gitti dinimde çok önemli olan bir yere gitti. Orayı gidip görmeyen biri orası hakkında nasıl iyi ya da kötü konuşur anlamıyorum. Hayatında hiç namaz kılmamış biri nasıl olur da namaz iyi ya da kötü der bilmiyorum. Hayatında hiç içki içmemiş biri nasıl olur da içki iyi ya da kötü der anlamıyorum. İnancın sana içki içme der içmezsin. Bu senin inancın kişisel tercihin. İçkinin yapısını bilmiyorsun ki niteliğini eleştiriyorsun. İçki kötü olduğu için değil inancımda yeri olmadığı için içmiyorum demek lazım. Ya da dua etmenin nasıl bir his olduğunu dua eden insan bilir. Sen hiç dua etmeden nasıl olur da dua etmem inanmam dersin. Önce bir dua et olmazsa o zaman inanmıyorum de ya da güzel bir şey de. Her şeyi gereğince yapsana. Yani bunları sorgulasana.
Bir fikri savunmak değil; savunmadığın fikre karşı kendi düşünceni savunmak bana göre gerçek olandır. Sahiplendiğin şeyi bilmek kadar sahiplenmediğin şeyi de bilmen gerek ki karşısında durduğun şeyin sana göre kötü taraflarını açıklayabilesin. Neye karşı çıkıyorsan onu iyi bilmen gerek. Yani bir nevi ''düşmanı'' iyi tanımak. Açıklamak için düşman kelimesini kullanmak zorunda kaldım. Bana göre güzel bir tabir değil yoksa.
Yanlış düşündüğümü düşündüğün bir şey varsa uyarmak istersen her türlü yorumuna değer vereceğimi belirtmek istiyorum. Senin yazdığın şeyi de emin ol düşüneceğim. Hatta mantıklı bulursam şu an buraya yazdığım düşüncelerimi de değiştiririm. Aydınlatmak istersen ne ala, yaralamak istersen güle güle.
17 Mart 2014 Pazartesi
Gerçeğin bedeli suskunluktur.. ?!
Ben aslında çok konuşan biriyim. Şu an bunu okusalar beni tanıyan arkadaşlarım saçma salak konuşma deyip çok konuşurum dediğime gülebilirler tabi. Haklılar da :D Ama konuşurum. İlla sesli konuşmak gerekmiyor sonuçta.
Niye konuşmuyorum acaba? Çocukluktan bilinç altımda kalan nedenler olabilir, mümkündür. Bir de alışma evresi de bende biraz uzun sürüyor. Birini sevmezsem mümkün değil bir daha sevmem. Yani şimdiye kadar hep öyle oldu sonrası için bir şey diyemem. Hislerime de çok fazla güvenirim. Genelde de yanıltmazlar. Ayrıca düşündüğümden farklı davranırsam kendimi çok ikiyüzlü hissediyorum. Bu da bir etken. Tanıdığım her yeni insanla ne konuşulur bilmemem de bir etken. Söylediğim şeyler bir acısına mı dokunur diye düşünmem de bir etken. Sonuçta insanız çok sevdiğimiz birinin en sevdiği rengi duyduğumuzda bile anılarımızı çağırabiliriz. O an hissettiğim şeyle davranışımı ayarlayamamam da bir etken. Çok heyecanlı biri olmam da bir etken. Gereksiz şeyleri konuşmayı sevmemem de bir etken. Konuşma konusunda kendime hiç güvenmemem de bir etken. Yani etkenler bir sürü. He bu arada küçümsemek ya da insanları yüceltmek gibi bir anlam çıkartma yazdıklarımdan. Ortada bir yerlerde düşünmeye çalış. Hayatım boyunca hiçbir zaman hazır cevap birisi olamadım maalesef. Çok isterdim ama en yeteneksiz bile olabilirim bu konuda. İnsanlar çatır çatır cümleleriyle dikkati başka yöne çekmeyi çok iyi yaparken benim gibi düz insanlar onları hayranlıkla izler. Politik olmak bir insanda olabilecek en güzel özelliklerden biri sanırım. Ama insanların canını yakma amacın olmadan. Eğer amaç can acıtmaksa kaderinin dizginlerini eline alamayan insanları ? çok büyük kırgınlıklara atabilirsin.
Gerçeğin bedeli suskunluk mu?
Buraya yazdığım şeylerin ulaştığı her insan burada yazılanlardan en az bir cümleyi sahiplenebilir. Çünkü aslında aynı şeyleri hissediyoruz. Aynı şeyleri yaşıyoruz. Cesaret, farkındalık, düşünme,... sayesinde bazılarımız öne geçiyor sadece. Bu yüzden hep söylediğim gibi anne-baba ve öğretmenler en iyi rehberler olmalı. İnsan büyüyünce olmak istediği gibi olamıyor çünkü. Egolu anne-baba ve öğretmen olmaz.
''...gerçek, düşlerine layık olmadığından, bu olaydan umudu kırılmış olarak çıkıyor...''
Hangimizin umudu kırılmıyor. Hangimiz hayal kurmuyoruz birisi hakkında, bir şey hakkında, bir olay hakkında.. Hepimizin düşlerinde bir ''umut'' yok mu? Hayalinizde istediğinizi kurun. Bunu düşünün ama bir de şöyle düşünün. Aslında sorun şurada başlıyor: Sizin ''hayal kırıklığı'' dediğiniz yerde. O hayali sen kurdun. Hayalin seninle alakalı. Tahmin ettiğin gibi çıkmadığı için kızmaya hakkın var mı? O yüzden, beni hayal kırıklığına uğrattın cümlesi bir insana atabileceğiniz çok büyük bir taş bana göre. Üstelik bu senin sorunun iken. Çok sevebilirsin, çok değer verebilirsin, çok büyük şeyler bekleyebilirsin, karşındaki kişinin çok daha iyilerine layık olduğunu düşünebilirsin ama istediğin olmadı diye hayal kırıklığı ile suçlamak çok büyük bencillik olmuyor mu? Bence oluyor.
Gece 01:35. VE Sessizlik burada karşı gelinmemesi gereken bir zorunluluk gibi.. İyi geceler.
(Kalın cümleler okuduğum kitaplardan alıntı olduğu için kalın. Paylaşmak güzeldir.)
10 Mart 2014 Pazartesi
Çok Dertliyim Be Canım
Bir yerde okumuştum. Aslında dün okumuştum. Ama eklemem gereken şeyler vardı biraz erteledim. (Burada yazının konusunu görüyorsunuz, gene aynı şeyi yapmışım. :) ) Özetle; bazı şeyler için zaman şimdidir öncesi erken sonrası geçtir, diyordu. Düşündüm de benim şimdileri hep ertelemem yüzünden hep geç kalmışım. Doğru zamanı buluyorum ama sonraya bırakıyorum. Nedenini inanın bilmiyorum. Sanırım öğrenmem gereken şey ertelediğim sonrada gizli.
Bu geç kalışlar beni hep çok zor durumlara düşürdü. Birde beni yani. Benim gibi birini. Keşke demeyi hiç sevmedim aslında hayatım boyunca. İnsana hangi özellikler verildiyse onları kullanmalı onlarla kendini iyi hissetmeli. Ama sanırım bazen yeterli gelmiyor ya da ben beceriksiz biriyim duygu eğitmeyi bilmiyorum.
Sanırım bir karar almam lazım daha doğrusu istikrarı korumam. Şimdilerimi çok istiyorum. Kimseyi şimdisine ulaşması için beklemek istemiyorum artık çünkü bu yüzden geç kalıyormuşum. Bir de neyi gördüm biliyor musunuz? İnsanlar sıkıştıkları için sizinle aynıymış gibi davranıyorlar. Akacak bir yer bulduklarında eğer vefalı biri değilse, ki bazen o da işe yaramıyor, hemen pırrrrr akmış gitmiş. Bir de artık değiş diye size kızar olmuş. Halbuki sen kendini daha da güçlendirmeye hazırdın. Bir anda yarı yolda kalmaya da hazır olman gerek. :)
Neyse bu da günlük gibi, biraz duyguları saçmak gibi, biraz dertleşmek gibi bir şey olsun.
Gecenin 01:52 sinden iyi geceler..
Bu geç kalışlar beni hep çok zor durumlara düşürdü. Birde beni yani. Benim gibi birini. Keşke demeyi hiç sevmedim aslında hayatım boyunca. İnsana hangi özellikler verildiyse onları kullanmalı onlarla kendini iyi hissetmeli. Ama sanırım bazen yeterli gelmiyor ya da ben beceriksiz biriyim duygu eğitmeyi bilmiyorum.
Sanırım bir karar almam lazım daha doğrusu istikrarı korumam. Şimdilerimi çok istiyorum. Kimseyi şimdisine ulaşması için beklemek istemiyorum artık çünkü bu yüzden geç kalıyormuşum. Bir de neyi gördüm biliyor musunuz? İnsanlar sıkıştıkları için sizinle aynıymış gibi davranıyorlar. Akacak bir yer bulduklarında eğer vefalı biri değilse, ki bazen o da işe yaramıyor, hemen pırrrrr akmış gitmiş. Bir de artık değiş diye size kızar olmuş. Halbuki sen kendini daha da güçlendirmeye hazırdın. Bir anda yarı yolda kalmaya da hazır olman gerek. :)
Neyse bu da günlük gibi, biraz duyguları saçmak gibi, biraz dertleşmek gibi bir şey olsun.
Gecenin 01:52 sinden iyi geceler..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)